19 Şubat 2014 Çarşamba

YALAN


Bugünlerde Chicago Üniversitesi’nde Güvenlik Siyaseti Programı Müdür Yardımcısı John J Mearsheimer’in “Liderler Neden Yalan Söyler” kitabında  çok çarpıcı açıklamalar var.
Yazara göre en tehlikeli yalanlar, liderlerin kendi vatandaşlarına söyledikleri yalanlarmış.
Türkiye bunu bugün çok yoğun bir şekilde yaşamaktadır.
Ülkenin Başbakanı, Gezi olayları sırasında, Kabataş İskelesi’nde kucağında altı aylık çocuğu bulunan başörtülü bir kadına, üstü çıplak, eli baltalı 100 kadar kişinin  gündüz vakti saldırdığını ve hatta üzerine idrar yapıldığını,  böyle bir olayın olmadığını bilerek söyleyebilmektedir.
Mobese kayıtlarından böyle bir olayın olmadığı açıkça görülmesine ve hatta Gezi olaylarından sonra, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, gazetecilere yaptığı bir açıklamada, olayla ilgili bir görüntü kaydının olmadığını söylemiş olmasına rağmen, Tayyip Erdoğan, bu tehlikeli gerçek dışı  hikayeyi ısrarla  anlatmaya devam etmektedir
  “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçunu işleme pahasına da olsa, doğrusunu bilmesine rağmen gerçeği saklamakta, inkâr etmektedir.
John J. Mearsheimer, yalan söylemeyi şöyle tanımlıyor: Bir kişinin diğerlerinin doğru olduğunu düşünmesi umuduyla yanlış olduğunu bildiği veya şüphelendiği bir beyanda bulunmasıdır.
 Prof. Mearsheimer bu tarifi Tayyip Erdoğan’ın Kabataş İskelesi hikayesini önüne koymuş da yazmış zannedersiniz.
Tayyip Erdoğan bu gerçek dışı hikayeyi, “türbanlı bir kadını” kullanarak kime yönelik anlatıyor?
Kendi tabanına, yani AKP li seçmene, bir anlamda kendini mütedeyyin olarak tanımlayanlara anlatıyor.
Amerikalı Prof. Kitabında “Yalan hedef kitleyi aldatmak için tasarlanmış pozitif bir eylemdir.” demektedir.
Yani AKP li seçmen vatandaşlarımız, AKP’ye gönül vermiş insanlar, başbakan sizi aldatıyor, sizi kazıklıyor, bu sizlere yapılmış en büyük haksızlık ve her şeyin ötesinde saygısızlıktır.
Sizleri kandırılabilecek zavallılar olarak görmektedir.
Sizleri bu ülkede, on yıllardır beraber yaşadığınız insanlara karşı tahrik ediyor. Onlara düşmanlık duyguları beslemenizi istiyor.
Devamlı olarak bu gerçek dışı hikayeyi anlatarak, sizi bu yanlış olduğunu bildiği hikayeye inandırmaya çalışıyor.
Bu ülkede hiç kimse (polis hariç) bir kadına anlatıldığı şekilde alenen saldırıp dövmeyi, yerlerde sürümeyi aklından bile geçiremeyeceği gibi, toplumsal tepkiden duyduğu korkudan dolayı böyle bir şeye cesaret bile edemez.
Tayyip Erdoğan, gerçek dışı olduğunu bildiği bu hikayeye, bir de bu  hikayenin kahramanı yaptığı hanımı da kullanarak halkı  inandırmaya çalışıyor.
Bir kadın düşünün ki, yüz kişi tarafından darp ediliyor üzerine, idrar yapılıyor ve hem de AKP li bir yetkilinin gelini, hemen olayın arkasından veya birkaç saat sonra bir karakola başvurup şikâyetçi olmuyor.
 Bir doktor raporu almak beş gün sonra aklına geliyor.
Bu gerçek dışı, çarpıtılmış hikaye  kendi oy tabanını yönlendirmek için maalesef Tayyip Bey  tarafından kullanılıyor.
Peki, işlerine geldiği zaman basın özgürlüğünü savunan gazetecilere ne demeli. Elbette haberin namusu vardır, yorum gazetecinin kişisel görüşüdür.
Ama  gazeteci her olaya şüpheyle bakması gereken  insandır. Kendisine gelen haberde, haber kaynağının, bu haberin kullanılmasında kişisel menfaati olup olmadığını göz önüne almadan, bırakın haberi, buna dayanarak kesin yargıya vararak  yorum yapması gazetecilik etiği ile bağdaşır mı?
Elbette bağdaşmaz, ama asıl toplum açısından tehlikeli olan ve sırf Başbakan’a, AKP İktidarına  şirin gözükmek uğruna, Gezi Parkı eylemcilerine karşı nefreti körüklemeye çalışmış olmalarıdır.
Gündelik hayatımız için zararlı, halk kitlelerini birbirlerine karşı  kin ve düşmanlığa tahrik edecek türden olmasına rağmen, Başbakan bu gerçek dışı hikayede hala ısrar ediyor. Battıkça da batıyor.