Biraz geriye gidip olayları
hatırlamaya çalışırsak, AKP iktidarının ne hallere düştüğünü görürüz.
2007-2008 Ergenekon davasının ilk
dalgalarının yaşandığı günler. Ergenekonun kasası diye göz altına alınan
Kuddusi Okur,kanser hastası olup ölüme tahliye ediliyor. Ölüyor, parasızlıktan
cenazesini belediye kaldırıyor.
Neler söyleniyor neler, Temmuz
ayında mitingler yapılacak, kaos ortamı yaratılıp arkasından cinayetler
işlenecek ve askeri müdahale, yani darbe olacak safsataları.
Ama olayın düzmece olduğunu en iyi
AKP yöneticileri ve Tayyip Erdoğan biliyor.
Hatırlardadır.
Tayyip Erdoğan savcı arıyoruz
diyordu?
Yani Tayyip Erdoğan davayı bir
başbakan’ın şahsi davası haline getirmişti.
Uygun savcı, şimdi suçladıkları
Zekeriya Öz bulunuyor ve düğmeye basılıyor.
Tank, top, tüfek var mı ortada? Yürüyen
askeri birlik mi var?
Hiç birisi yok.
Ama en önemli delillerden biri
olduğu iddia edilen el bombaları seri
numaraları alınmadan, üstündeki parmak izleri tespit edilmemiş olmasına rağmen,
saklanmıyor, imha ediliyor.
Böyle bir yargılama sürecine demokratik hukuk devletinde değil, ancak totaliter
rejimlerde rastlanabilirdi.
O süreçte buna karşı çıkan, bu
dava düzmece diyen, o tarihteki CHP ve
onun Genel başkanı darbeci olmakla suçlanıyordu.
Gelinen noktada ne oldu, aramalar
sonucu bulunan, her türlü himayeye mahzar savcı Öz, bir anda hak, hukuk
tanımayan “dostmodern darbenin” tetikçisi olu verdi.
Niye?
Düne kadar tasfiye etmek
istediğiniz insanlara, kurumlara
uygulanırken uygulanan yöntemleri size karşı uygulayıp hayata geçirdiği
için.
Pazartesi günü, Adalet Bakanı
Bozdağ Adalet Komisyonunda, “soruşturma
veya kovuşturmanın muhatapları farklı olduğunda sesimizi biraz daha gür
çıkarmamız gerekirdi” demiş.
Bakan’ın bu açıklaması, yani
Ergenekon, Balyoz ve tüm aynı nitelikli davalarda hukukun ihlal edildiğinin Tayyip Erdoğan ve şürekası tarafından
bilinmesine rağmen, Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ni hayata geçirmek için, bilerek
ve isteyerek sessiz kalındığının itirafıdır.
Aslında bu tam da Yüce Divanlık
suçun itirafıdır.
İşlerine geldiği zaman, tarihe mal
olmuş, hakkındaki hükmü tarihin vereceği, İstiklal ve Yassı Ada Mahkemelerini
tartışmaya açarak CHP’yi suçlamaya çalışanlar, şimdi kendi suçlarını itiraf
etmektedirler.
O dönemde Baykal’ın başbakana
yönelik “Sen bu davanın savcısıysan, biz demokrasilerde olması gerektiği gibi,
mağdurların, insan hakları ihlal edilenlerin avukatıyız” dediği zaman, toplumun
kaderiyle yakından ilgilenmesi gerekenler, korkmuş, sadece “Yargı süreci devam
ediyor, bekleyelim” diyebilmişlerdir.
O tarihte yürüyen sürecin bir
yargı süreci değil, Başbakan’ın talimatıyla yürüyen bir dava olduğunu görmezden
gelmişlerdir.
O tarihte CHP’yi darbe
koruyuculuğu ile darbecilikle suçlayanlar, sadece AKP ve onun yardakçıları mıydı?
Hayır.
Ne kadar liboş aydın, “yetmez ama
evet”çi, dönek köşe yazarı varsa CHP’yi ve onun Genel Başkanı’nı suçluyorlardı.
CHP’nin Ergenekon davasına daha o
tarihte koyduğu “düzmece delillere
dayanıyor” tespiti, bugün en yetkili ağızlardan doğrulanıyor.
Acaba o gün CHP’yi suçlayanlar, söylediklerinden,
yazdıklarından utanıp, bugün yüzleri kızarıyor mudur?
Hiç zannetmiyorum.
Ama bunlar arşivlerde duruyor.
Birgün tarihi yazacaklar,
arşivlerden bu belgeleri bulup, çıkartıp yazacaklardır.
1 Mart Tezkeresinin TBMM’de reddi, nasıl CHP’nin göğsünde bir şeref
madalyası olarak duruyorsa, Ergenokon davasının düzmece olduğunun ortaya
çıkması da böyle şeref madalyasıdır.
Ama o gün CHP’yi “yargı sürecini
beklememekle” itham edenler, oradakilerde “darbeciymiş ama” diyenler, şimdi
gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra, CHP ve onun Genel Başkanı o tarihte
doğruyu görmüş ve söylemiş diyebilecekler midir?
Dün CHP’yi, insanların hak ve
hukukunu koruduğu, Ergenekon ve diğer davaların düzmece olduğunu söylediği için,
darbecilik ve darbecileri korumakla suçlayanlar şimdi biraz da olsa UTANIYORLAR MIDIR?