15 Ocak 2014 Çarşamba

UTANIYOR MUSUNUZ?


Biraz geriye gidip olayları hatırlamaya çalışırsak, AKP iktidarının ne hallere düştüğünü görürüz.
2007-2008 Ergenekon davasının ilk dalgalarının yaşandığı günler. Ergenekonun kasası diye göz altına alınan Kuddusi Okur,kanser hastası olup ölüme tahliye ediliyor. Ölüyor, parasızlıktan cenazesini belediye kaldırıyor.
Neler söyleniyor neler, Temmuz ayında mitingler yapılacak, kaos ortamı yaratılıp arkasından cinayetler işlenecek ve askeri müdahale, yani darbe olacak safsataları.
Ama olayın düzmece olduğunu en iyi AKP yöneticileri ve Tayyip Erdoğan  biliyor.
Hatırlardadır.
Tayyip Erdoğan savcı arıyoruz diyordu?
Yani Tayyip Erdoğan davayı bir başbakan’ın şahsi davası haline getirmişti.
Uygun savcı, şimdi suçladıkları Zekeriya Öz bulunuyor ve düğmeye basılıyor.
Tank, top, tüfek var mı ortada? Yürüyen askeri birlik mi var?
Hiç birisi yok.
Ama en önemli delillerden biri olduğu iddia edilen  el bombaları seri numaraları alınmadan, üstündeki parmak izleri tespit edilmemiş olmasına rağmen, saklanmıyor,  imha ediliyor.
Böyle bir yargılama sürecine  demokratik hukuk devletinde değil, ancak totaliter rejimlerde rastlanabilirdi.
O süreçte buna karşı çıkan, bu dava düzmece diyen, o tarihteki CHP ve onun Genel başkanı darbeci olmakla suçlanıyordu.
Gelinen noktada ne oldu, aramalar sonucu bulunan, her türlü himayeye mahzar savcı Öz, bir anda hak, hukuk tanımayan “dostmodern darbenin” tetikçisi olu verdi.
Niye?
Düne kadar tasfiye etmek istediğiniz insanlara, kurumlara  uygulanırken uygulanan yöntemleri size karşı uygulayıp hayata geçirdiği için.
Pazartesi günü, Adalet Bakanı Bozdağ Adalet Komisyonunda, “soruşturma veya kovuşturmanın muhatapları farklı olduğunda sesimizi biraz daha gür çıkarmamız gerekirdi”  demiş.
Bakan’ın bu açıklaması, yani Ergenekon, Balyoz ve tüm aynı nitelikli davalarda hukukun ihlal edildiğinin Tayyip Erdoğan ve şürekası tarafından bilinmesine rağmen, Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ni hayata geçirmek için, bilerek ve isteyerek sessiz kalındığının itirafıdır.
Aslında bu tam da Yüce Divanlık suçun  itirafıdır.
İşlerine geldiği zaman, tarihe mal olmuş, hakkındaki hükmü tarihin vereceği, İstiklal ve Yassı Ada Mahkemelerini tartışmaya açarak CHP’yi suçlamaya çalışanlar, şimdi kendi suçlarını itiraf etmektedirler.
O dönemde Baykal’ın başbakana yönelik “Sen bu davanın savcısıysan, biz demokrasilerde olması gerektiği gibi, mağdurların, insan hakları ihlal edilenlerin avukatıyız” dediği zaman, toplumun kaderiyle yakından ilgilenmesi gerekenler, korkmuş, sadece “Yargı süreci devam ediyor, bekleyelim” diyebilmişlerdir.
O tarihte yürüyen sürecin bir yargı süreci değil, Başbakan’ın talimatıyla yürüyen bir dava olduğunu görmezden gelmişlerdir.
O tarihte CHP’yi darbe koruyuculuğu ile darbecilikle  suçlayanlar, sadece AKP ve onun yardakçıları mıydı?
Hayır.
Ne kadar liboş aydın, “yetmez ama evet”çi, dönek köşe yazarı varsa CHP’yi ve onun Genel Başkanı’nı suçluyorlardı.
CHP’nin Ergenekon davasına daha o tarihte koyduğu “düzmece delillere dayanıyor” tespiti, bugün en yetkili ağızlardan doğrulanıyor.
Acaba o gün  CHP’yi suçlayanlar, söylediklerinden, yazdıklarından utanıp, bugün yüzleri kızarıyor mudur?
Hiç zannetmiyorum.
Ama bunlar arşivlerde duruyor.
Birgün tarihi yazacaklar, arşivlerden bu belgeleri bulup, çıkartıp yazacaklardır.
1 Mart Tezkeresinin TBMM’de  reddi, nasıl CHP’nin göğsünde bir şeref madalyası olarak duruyorsa, Ergenokon davasının düzmece olduğunun ortaya çıkması da böyle şeref madalyasıdır.
Ama o gün CHP’yi “yargı sürecini beklememekle” itham edenler, oradakilerde “darbeciymiş ama” diyenler, şimdi gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra, CHP ve onun Genel Başkanı o tarihte doğruyu görmüş ve söylemiş diyebilecekler midir?
Dün CHP’yi, insanların hak ve hukukunu koruduğu, Ergenekon ve diğer davaların düzmece olduğunu söylediği için, darbecilik ve darbecileri korumakla suçlayanlar şimdi biraz da olsa UTANIYORLAR MIDIR?