Bizde bazı kavramlar çok yanlış
anlatılır ve anlaşılır. Örneğin basın özgürlüğü deyince, bu sanki gazetecilere
tanınmış bir imtiyaz olarak algılanır, bu aslında halkın haber alma
özgürlüğünün, dolayısıyla demokratik bir ülkede, halkın siyasal tercihlerini doğru yapabilmeleri için
getirilmiş bir özgürlüktür.
Aynı şekilde hakim teminatı
(yargıç güvencesi) da, hakimlere tanınmış bir imtiyaz değil, her insan için en
son sığınma noktası olan yargının, herhangi bir baskı, tehdit veya müdahale
olmaksızın tam bir serbestlik ve
tarafsızlık içinde karar verebilmesinin teminatıdır.
Bu nedenle yargının ne siyasetin ve ne de diğer başka menfaat
gruplarının etkisi altına girmeyeceği bir düzenin kurulması, hukuk devletinin,
hukukun üstünlüğünün hayata geçirilmesinin olmazsa olmazıdır.
Demokratik bir ülkede, bir
başbakan “Bir savcı arıyoruz” cümlesini sarf edebilir mi?
Değil böyle bir cümleyi sarf
etmek, aklından bile geçiremez.
Demokratik bir ülkede, aynen bizim
Silivri Mahkemelerinde olduğu gibi sanıklar lehine oy kullanan hakimlerin görev
yerleri sırf bu nedenle değiştirilebilinir mi?
Dünyanın her hangi bir demokratik
ülkesinde, bir hakim “üstümde baskı var” derse o ülkede yer yerinden oynamaz
mı?
Demokratik ülkelerde oynar da,
bizde oynamaz.
Demokratik bir ülkede, yapılan bir
yargılamada, o ülkenin silahlı kuvvetlerine karşı kumpas kurulduğu, insanların
günahsız ve haksız yere tutuklandığı, hiç utanmadan sıkılmadan, devleti
yönetenler tarafından açıklanırsa, o ülkede yer yerinden oynamaz mı?
Oynar da biz de oynamaz.
Çünkü bu ülke, aydınlarının
ihanetine uğramış bir ülkedir.
Her türlü eleştiriye açık, yargı
bağımsızlığını yarım yamalak ta olsa sağlayan düzenden, yargıyı siyasi iktidarın kuşatmasına sokacak düzenlemeye
geçilirken “Buna yetmez ama evet” diyenler
bu ülkenin “aydın” geçinenleridir.
Demokratik bir ülkede, siyasi
iktidarların, verilen kararlardan ötürü yargıdan şikâyetçi olması düşünülemez.
Böyle düşünseler bile bunu
seslendiremeye cesaret dahi edemezler.
Demokratik ülkelerde hiçbir Adalet
Bakanı ve/veya müsteşarı, bir savcıya telefon ederek soruşturmayı kapat demek
cesaretini gösteremez, terbiyesizliğini yapamaz; yapamadığı gibi aklından bile
geçiremez.
Çünkü o ülkelerde Adalet
Bakanlığı, bizde olduğu gibi, adaletin
yönetiminde değil, adaletin hizmetindedir.
Türkiye’de de böyle olması
gerekir.
Demokrasinin önünü açabilmek,
gerçek bir demokrasiye kavuşabilmek için,
“yargının yolsuzlukları cezalandırma
yetkisinin önündeki engeller ve kısıtlamalar kaldırılmalıdır” ki; kimse
babasının makam ve nüfusundan istifade ederek yargıdan kaçamasın.
Yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığı sağlansın ki; bu ülkenin başbakanı, demokratik bir hakkını
kullanıp bir yasayı eleştirip, bu düzenleme yasalaşırsa “yargı bağımsızlığı
sağlanamaz dolayısıyla da bu ülkeye yabancı yatırımcı gelmez” dediği için bir
sivil toplum kuruluşunun başkanını vatan
hainliği ile suçlayamasın.
Yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığı sağlansın ki; “kamu gücünü
haksızca kullananların, kamu kaynaklarından kendisi ve yakınları için
zenginleşme amaçlı faydalananlardan” hesap sorulabilsin.
Yargıyı siyasallaştırmaya yönelik,
müdahalelerin önüne geçebilmek için, bugün var olan mevcut yargı sistemini daha
da geriye götürme çabaları engellenmeye çalışılmalı, yargı sistemini
iyileştirici, çok yönlü bir hukuk reformu gerçekleştirilmelidir.
Parlamenter demokratik
sistemlerde, bağımsız ve yansız yargı demokrasinin ve kişi güvenliğinin
teminatıdır.
Sözün özü: Yargı, yasama ve yürütmenin her türlü baskı ve
etkisinden kurtarılmadan, hukukun üstünlüğü sağlanamayacağından, hukuk devleti ve
dolayısıyla çağdaş demokratik bir düzen kurulamaz.