Yargıçlar basit çıkarları uğruna,
demokrasiye ve onun koruyucu meleği hukuka ihanet etmeselerdi, ne yaparlarsa
yapsınlar, diktatörler memleketlerinin ve insanlığın başına bela olamazlardı.
Bir ülkenin dış düşmanlara karşı koruyucusu
nasıl ordusuysa, ülke demokrasisinin asıl savunucusu da, hukukun üstünlüğüne
bütün ruhu ile inanmış yargıçlardır.
Günümüzde totaliter rejimler,
sabahtan akşama oluşmuyorlar. Belli bir süreç içinde yansız ve bağımsız olması
gereken kuruluşları tek tek ele
geçirerek kuruluyorlar.
Bunların içinde olmazsa olmazı
yargıdır.
Bu yazı yayınlandığı gün, çok
tartışılan, neredeyse hukukçular arasında oybirliğine yakın bir nispetle Anayasaya aykırılığı kabul edilen HSYK Yasası TBMM’den çıkmış
olabilir.
Elbette bu yasayı
Cumhurbaşkanı’nın “tekrar görüşülmek üzere TBMM gönderme” yetkisi var ama bu
yetkisini kullanıp kullanmayacağını şu an için bilmek mümkün değil.
Yasayı tekrar görüşülmek üzere
geri gönderse bile, AKP iktidarı sayısal çoğunluğu ile aynen geri gönderebilir.
Bu durum karşısında ya Cumhurbaşkanı,
ya da Ana muhalefet partisi veya TBMM’den
yüz on milletvekili bu yasayı Anayasa Mahkemesine götürebilir.
Anayasa Mahkemesi belki de bu
başvurular üstüne yasanın yürürlüğünün durdurulmasına
da karar verecektir, böyle dahi olsa yapılmak
istenen HSYK yasası değişikliği Resmi Gazete’de yayınlandığı andan itibaren
şimdi görevde bulunan Genel Sekreteri, Teftiş Kurulu Başkan ve üyeleri, Adalet
Akademisi Yöneticileri herhangi bir başka işleme gerek kalmaksızın görevlerinden
ayrılmış sayılacaklar.
Bu durumda, Anayasa Mahkemesi
yasanın Yürütülmesini durdursa dahi, siyasi iktidar istediği sonuca ulaşmış ve yargı üstünde zaten var olan Adalet Bakanlığı’nın
vesayeti daha da güçlenmiş olacaktır.
Diğer bir deyişle olası bir
yürürlüğü durdurma kararı bile, kişilerin çıkarlarının yanında, kamu yararının,
kamu düzeninin ve hatta hepsinden
önemlisi hukuk düzenin koruyucusu dahi olamayacaktır.
HSYK yasası değişikliği açıkça
Anayasaya aykırı olduğuna göre, burada yapılması gereken iş, Anayasa Mahkemesince esas hakkında bir karar
verilinceye kadar, yasa değişikliğinden
evvel var olan durumu korumak olmalıdır.
O zaman bu yasanın uygulanmasının
önlenmesi gerekir.
Hukukumuzda, Anayasa Mahkemesinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa’da bunu sağlayacak herhangi bir kural yoktur.
Ama Anayasa yargısı, yasamanın
üstün gücüne karşı “anayasal denge aracı” olduğuna göre; o zaman , Medeni
Kanunumuzun 1. Maddesinin 2. Fıkrasında belirtildiği şekilde Anayasa Mahkemesi, hukuk
yaratmak zorundadır.
Ceza Kanunları dışında kalan
konularda, yani kamu hukukun diğer alanlarında da evrensel hukuka göre hakim hukuk yaratabilir.
Hakimin vicdanıyla karar vermesini
emreden Anayasanın 138. Maddesi de buna
izin vermektedir.
O zaman yapılması gereken, Sayın
Prof. Dr Erdoğan Teziç hocanın kitabında yer verdiği ve en son olarak da bir
televizyon programında dile getirdiği, OLABİLECEK
BİR KRİZİ ÖNLEMEK VEYA UYGULANDIĞI TAKDİRDE TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN ZARARLAR
OLUŞACAĞI AÇIK OLAN DURUMLARDA, ANAYASA MAHKEMESİ, BİR KARAR VERİNCEYE KADAR
YASANIN UYGULANMAMASINI İSTEMESİNİ SAĞLAYACAK, BİR İÇTİHAT YARATMASIDIR.
Bu yöntem kazai emir yöntemidir.
Kazai emir, anayasaya aykırı bir
yasanın, çok kısa bir süre için bile olsa yürürlükte kalmasıyla, hukuk
aleminde, devlet düzeninde, anayasaya aykırı sonuçlarının yaşama
geçmesini, önleyici, durdurucu, koruyucu bir araçtır.
Eğer Anayasa Mahkemesi bir içtihat
yaratıp, kazai emirle, yasanın uygulanmamasın istemez ise, bundan sonra AKP
iktidarının toplumun tüm kesimleri üstünde baskısı artacaktır.
Şuanda henüz AKP iktidarının totaliterleşmesine dur
demek imkanı vardır. Dur diyecek olanlar hakimlerdir. Hür ve demokratik bir ülkede
yaşamak ve ülkenin yeni maceralara sürüklenmesini istemiyorsak, Anayasa
Mahkemesi Yargıçları, demokraside yargıcın rolünü düşünerek içtihat
yaratmalıdırlar.