27 Ekim 2013 Pazar

DIŞ İLİŞKİLER CİDDİYET İSTER

  
Siyaset çevreleri son üç dört gündür CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Sheraton otelinde,  ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone ile gizlice buluşarak baş başa bir akşam yemeği yemesini konuşuyor ve eleştiriyor.
Eleştiri konusu yapılan husus, Büyükelçiyle yemek yemesi değil, bunu gizlice ve hatta parti yönetiminden bile kimsenin bilgisi olmadan yapılmış olması.
Siyasi Partilerin Genel Başkanları dilediği her kişi ile dilediği ortamda görüşür. Ama bunun bir usulü, bir adabı vardır.
CHP geleneğinde bu tür görüşmelerin Parti Genel Merkezinde ya da Genel Başkan’ın belirlediği bir yerde olmasıdır.
Ana Muhalefet Partisi Genel başkanı bir ülkenin büyükelçisi ile gizli kapaklı görüşemez. Zira gizlilik şüphe yaratır. Bu nedenle görüşmesini alenen yapar. Görüşmeden sonra da muhakkak bir “görüşme tutanağı” düzenler.
Bu olayı gazetelerde okuyunca geçmişte ve hem de 12 Eylül cuntası zamanında yaşadığım bir olayı anımsadım.
12 Eylül sonrası Rahmetli Bülent Ecevit’in avukatlığını yapıyordum. Bir gün Or-An semtindeki evine çağırmıştı.
Gittiğim zaman o tarihteki ABD Büyükelçisi Jozeph Strauz Hupe evde idi. Ben, konuğunu kabul ettiği odanın yanındaki odaya alındım. Büyükelçi’nin ziyareti bitip gittikten sonra Sayın Ecevit benle tek kelime konuşmadan, o meşhur emektar daktilosunun başına geçti ve bir görüşme tutanağı hazırladı. Biter bitmez  de yanlış hatırlamıyorsam Dışişleri Bakanlığına telefon etti, gelen memura bu görüşme tutanağını verdi.
Rahmetli o tarihte yasaklı bir siyasetçi olduğu gibi,  CHP Genel başkanlığından da istifa etmişti.
12 Eylül cuntası tarafından siyaset dışına itilmeye çalışılıyordu. Siyasi demeç vermesi toplantı yapması yasaklanmıştı.
Bunu şunun için yazdım, CHP Genel başkanlığı devlet ciddiyetinden taviz verilmeyecek bir makamdır.
CHP Genel Başkanı sıradan bir kişi değildir, Atatürk’ün koltuğunda oturan kişidir. Bir yabancı büyükelçiyle gizlice görüşmez. Büyükelçiyle ne zaman nerede görüşeceğini daha başından basına açıklar.
Görüşmeden sonra da çıkar hangi konularda ne mesaj verdiğini  basına açıklar.
Kıbrıs Barış harekatı devam ederken bile görüşmeler basının gözleri önünde büyük bir açıklıkla gerçekleştirilmişti.
Hatta eğer Büyükelçi Türk iç ve dış politikasını ilgilendiren bir konuda görüş bildirmişse bir tutanak ile de bunu Dışişleri bakanlığına da bildirilmesi gerekir.
Bu devlet adamlığının ve özellikle de CHP Genel Başkanı olmanın gereğidir.
Nitekim, her Büyükelçi de yaptığı bu tür görüşmeleri kendi merkezine bildirir. ABD Büyükelçisi de Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmeyi kendi merkezine doğal olarak bildirecektir. Bildirmiştir de.
CHP’nin  dış işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısını bu görüşmeden  habersiz olması da ayrı bir sorundur.
Dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısının haberi olmadan gerçekleştirilen bu görüşme, Davutoğlu’nun Obama tarafından parmak işaretiyle çağrılması kadar onur kırıcı bir davranıştır.
Ama maalesef Türk dış politikası iktidarı ile muhalefeti ile devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir tarzda götürülüyor.
 Başbakan ABD’ye resmi geziye çoluk çocuk gayri ciddi bir tavır içinde gidiyor.
Türk Dışişleri Bakanını, Obama parmak işaretiyle yanına çağırabiliyor, o da bu laubali  çağrıya uyuyor.
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı ABD Büyükelçiyle gizlilik içinde buluşuyor.
Görüşmede Partinin Genel başkan yardımcısı bulunmuyor; ama Büyükelçiliğin getirdiği, yani ABD Büyükelçiliğin görevlisi tercüman bulunuyor.
Kapalı kapılar arkasında ne konuşuldu, kimse bir şey bilmiyor. Bilinmediği içinde varsayımlar üstüne fikir yürütülüyor.  
Dış ilişkiler ciddiyet ister. Herkesin buna özen göstermesi gerekir.
En azından görüşmenin bir tutanağa bağlanıp CHP’nin arşivine konması gerekir. Bu makamlar geçici, yarın bu makama oturacak bir başka kişi, ABD’ye her hangi bir taahhütte bulunuldu mu? Bulundu ise bunlar nelerdir,  bilmek zorundadır.
Bu taahhütleri kabul veya red ayrı bir sorundur.