Siyaset çevreleri son üç dört
gündür CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Sheraton otelinde, ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone ile gizlice buluşarak baş başa bir akşam
yemeği yemesini konuşuyor ve eleştiriyor.
Eleştiri konusu yapılan husus,
Büyükelçiyle yemek yemesi değil, bunu gizlice ve hatta parti yönetiminden bile
kimsenin bilgisi olmadan yapılmış olması.
Siyasi Partilerin Genel Başkanları
dilediği her kişi ile dilediği ortamda görüşür. Ama bunun bir usulü, bir adabı vardır.
CHP geleneğinde bu tür
görüşmelerin Parti Genel Merkezinde ya da Genel Başkan’ın belirlediği bir yerde
olmasıdır.
Ana Muhalefet Partisi Genel
başkanı bir ülkenin büyükelçisi ile gizli kapaklı görüşemez. Zira gizlilik
şüphe yaratır. Bu nedenle görüşmesini alenen yapar. Görüşmeden sonra da muhakkak
bir “görüşme tutanağı” düzenler.
Bu olayı gazetelerde okuyunca
geçmişte ve hem de 12 Eylül cuntası zamanında yaşadığım bir olayı anımsadım.
12 Eylül sonrası Rahmetli Bülent
Ecevit’in avukatlığını yapıyordum. Bir gün Or-An semtindeki evine çağırmıştı.
Gittiğim zaman o tarihteki ABD
Büyükelçisi Jozeph Strauz Hupe evde idi. Ben, konuğunu kabul ettiği odanın
yanındaki odaya alındım. Büyükelçi’nin ziyareti bitip gittikten sonra Sayın
Ecevit benle tek kelime konuşmadan, o meşhur emektar daktilosunun başına geçti
ve bir görüşme tutanağı hazırladı. Biter bitmez de yanlış hatırlamıyorsam Dışişleri
Bakanlığına telefon etti, gelen memura bu görüşme tutanağını verdi.
Rahmetli o tarihte yasaklı bir
siyasetçi olduğu gibi, CHP Genel
başkanlığından da istifa etmişti.
12 Eylül cuntası tarafından
siyaset dışına itilmeye çalışılıyordu. Siyasi
demeç vermesi toplantı yapması yasaklanmıştı.
Bunu şunun için yazdım, CHP Genel
başkanlığı devlet ciddiyetinden taviz verilmeyecek bir makamdır.
CHP Genel Başkanı sıradan bir kişi
değildir, Atatürk’ün koltuğunda oturan kişidir. Bir yabancı büyükelçiyle
gizlice görüşmez. Büyükelçiyle ne zaman nerede görüşeceğini daha başından
basına açıklar.
Görüşmeden sonra da çıkar hangi
konularda ne mesaj verdiğini basına
açıklar.
Kıbrıs Barış harekatı devam
ederken bile görüşmeler basının gözleri önünde büyük bir açıklıkla
gerçekleştirilmişti.
Hatta eğer Büyükelçi Türk iç ve
dış politikasını ilgilendiren bir konuda görüş bildirmişse bir tutanak ile de bunu
Dışişleri bakanlığına da bildirilmesi gerekir.
Bu devlet adamlığının ve özellikle
de CHP Genel Başkanı olmanın gereğidir.
Nitekim, her Büyükelçi de yaptığı
bu tür görüşmeleri kendi merkezine bildirir. ABD Büyükelçisi de Sayın Kılıçdaroğlu
ile yaptığı görüşmeyi kendi merkezine doğal olarak bildirecektir. Bildirmiştir
de.
CHP’nin dış işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısını
bu görüşmeden habersiz olması da ayrı
bir sorundur.
Dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan
Yardımcısının haberi olmadan gerçekleştirilen bu görüşme, Davutoğlu’nun Obama tarafından
parmak işaretiyle çağrılması kadar onur kırıcı bir davranıştır.
Ama maalesef Türk dış politikası
iktidarı ile muhalefeti ile devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir tarzda
götürülüyor.
Başbakan ABD’ye resmi geziye çoluk çocuk gayri
ciddi bir tavır içinde gidiyor.
Türk Dışişleri Bakanını, Obama
parmak işaretiyle yanına çağırabiliyor, o da bu laubali çağrıya uyuyor.
Ana Muhalefet Partisi Genel
Başkanı ABD Büyükelçiyle gizlilik içinde buluşuyor.
Görüşmede Partinin Genel başkan
yardımcısı bulunmuyor; ama Büyükelçiliğin getirdiği, yani ABD Büyükelçiliğin
görevlisi tercüman bulunuyor.
Kapalı kapılar arkasında ne konuşuldu,
kimse bir şey bilmiyor. Bilinmediği içinde varsayımlar üstüne fikir
yürütülüyor.
Dış ilişkiler ciddiyet ister. Herkesin buna özen göstermesi
gerekir.
En azından görüşmenin bir tutanağa
bağlanıp CHP’nin arşivine konması gerekir. Bu makamlar geçici, yarın bu makama oturacak
bir başka kişi, ABD’ye her hangi bir taahhütte bulunuldu mu? Bulundu ise bunlar
nelerdir, bilmek zorundadır.
Bu taahhütleri kabul veya red ayrı
bir sorundur.