Bizim hukuk sistemimizde davalara
isim vermek yoktur. Davalar esas numaraları ile anılırlar.
Ama son yıllarda ve de özellikle
Silivri yargılamaları ile beraber davalara “Ergenekon, Balyoz gibi isimler
verilmesi adet haline geldi.
İşte bunlardan Yargıtay
aşamasından ilk geçen “Balyoz” davası diye bilinen davadır.
Hani o “Çıkmadık candan ümit
kesilmez” sözüne olan inancımız nedeni
ile Balyoz davası ile ilgili Yargıtay
Kararı’ndan hukuk çıkmasını beklemiştik.
Hukuka aykırı olarak elde edilmiş
delil konusunda örnek olacak bir karar beklemiştik.
Bu hala hukuktan umut
kesmememizden kaynaklandı.
Bağımsızlığı ve yansızlığı
kalmamış bir yargıdan adalet çıkacağını beklemek gibi bir yanılgıya düştük.
İktidarın yargı operasyonunda Yargıtay’da
bile bazı dairelerin şekillenmesine özel önem verdiğini göz ardı ettik.
Bir dava da elde edilen dijital
verilerin düzmece olduğu, yirmiye yakın bilirkişi raporu ile tespit edilmişken;
hayati önem taşıyan bir tanığın ifadesi sanıklar talep etmiş olmasına rağmen
alınmamışken; Yargıtay bütün bunları görmezden gelip kararı onuyorsa, bundan
böyle bu ülkede hiç kimsenin yargı
güvenliği kalmamış demektir.
Yansızlığını ve tarafsızlığını
yitirmiş bu yargı siyasi iktidar tarafından bir silah olarak kullanılmaktadır.
Artık, herkes için, hepimiz için
düzmece belgelerle başımıza bir çorap örülmesi mümkün hale gelmiş demektir.
Bu davada sanık daha savcılıkta
ifade verirken, televizyon kanalları, “tutuklama talebiyle mahkemeye sevk
edildi” diye alt yazı geçmişse hangi
adaletten bahis ediyoruz.
Aynı şekilde Mahkeme’nin tutuklama
kararı verdiği, daha mahkeme başlamadan evvel televizyonlardan alt yazı ile
duyurulmuşsa, hangi adaletten bahis ediyoruz.
Bu davayı Türk aydınlarının doğru
değerlendirmesi gerekir.
Balyoz davası farklı kesim ve
kişilerin Türk silahlı kuvvetleri ile hesaplaşmasıdır. Özellikle de Deniz
kuvvetleri ile.
Bakacağız Doğu Akdeniz’de,
Boğazlar da ve Karadeniz de Deniz Kuvvetleri “Leventler” kimlerin ayağına
bastı. Hani bir reklam filimin de söylendiği gibi “Bu Türkler de çok mu oluyorlardı”.
Atatürk’ün söylemiyle “Düşmanlar
herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılarlar”
Kim di bu onlar?
Elbette subaylar ama ülkelerini seven subaylar.
Bu yaşadıklarımız bunun tipik
örneğidir.
Bundan sonraki hedef PKK terör
örgütünün isteklerini yerine getirmektir. Bunların içinde terör örgütü
için en önemli olanı terörist başına af
çıkartmaktır.
Balyoz bitti, Ergenekonda
bittikten sonra, infaz kanununda bir değişiklikle belli suçlardan bir yıl
yatanı yedi yıl yatmış gibi hesap edip herkesi, bu arada Öcalan’ı da tahliye
edecekler.
Bu davaların açılma nedenlerinden
biri de budur.
Bu dava hakikaten bir
suç işlendiği için açılmamıştır. Bu dava okyanus ötesi işbirliği yapanların ve
onların Türkiye’deki uzantılarının bir kurum ve kişilerle hesaplaşması
davasıdır.
Bu dava bir dönemin
yargılanmasıdır. BOP’un ve .Abdullah Öcala’a af çıkartıp siyasete girmesinin
önünü açma temizliğidir..
Türkiye’de hiç kimse 12 Mart ve 12
Eylülü yaşadıktan sonra elbette “askeri darbeleri” savunamaz. Askeri darbeleri
savunamamak demek, hukukun çiğnenmesine göz yummak değildir.
Silivri Mahkemelerinde hukuk
alenen çiğnenmiştir. Bir Mahkeme kararının Yargıtay’dan geçmiş olması, orada
hukukun tam uygulandığını göstermez.
Nitekim, Birleşmiş Milletlerin
Keyfi Tutuklama çalışma Grubu, “Balyoz davası mağdurların keyfi olarak
tutuklandıklarını, savunma haklarının yok sayılarak adil yargılanmadıklarını ve
bu uygulamanın ağır bir insan hakları ihlali olduğunu” tespit etmiştir.
Hak ihlalleriyle oluşturulmuş bir
karar hukuka uygun olamaz, Yargıtay kararı da onu hukuki kılmaz.
Hukuk bir kere çiğnenmeye
başladığı zaman duracağı yer bilinmez.
Bugün bu kararı ellerini
ovuşturarak seyredenleri tanrı aynı hukuksuzluktan korusun.
Bütün bu yaşananlardan sonra
adalet başka bahara kaldı.