9 Ekim 2013 Çarşamba

ADALET BAŞKA BAHARA


Bizim hukuk sistemimizde davalara isim vermek yoktur. Davalar esas numaraları ile anılırlar.
Ama son yıllarda ve de özellikle Silivri yargılamaları ile beraber davalara “Ergenekon, Balyoz gibi isimler verilmesi adet haline geldi.
İşte bunlardan Yargıtay aşamasından ilk geçen “Balyoz” davası diye bilinen davadır.
Hani o “Çıkmadık candan ümit kesilmez”  sözüne olan inancımız nedeni ile  Balyoz davası ile ilgili Yargıtay Kararı’ndan hukuk çıkmasını beklemiştik.
Hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil konusunda örnek olacak bir karar beklemiştik.
Bu hala hukuktan umut kesmememizden kaynaklandı.
Bağımsızlığı ve yansızlığı kalmamış bir yargıdan adalet çıkacağını beklemek gibi bir yanılgıya düştük.
İktidarın yargı operasyonunda Yargıtay’da bile bazı dairelerin şekillenmesine özel önem verdiğini göz ardı ettik.
Bir dava da elde edilen dijital verilerin düzmece olduğu, yirmiye yakın bilirkişi raporu ile tespit edilmişken; hayati önem taşıyan bir tanığın ifadesi sanıklar talep etmiş olmasına rağmen alınmamışken; Yargıtay bütün bunları görmezden gelip kararı onuyorsa, bundan böyle bu ülkede  hiç kimsenin yargı güvenliği kalmamış demektir.
Yansızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş bu yargı siyasi iktidar tarafından  bir silah olarak kullanılmaktadır.
Artık, herkes için, hepimiz için düzmece belgelerle başımıza bir çorap örülmesi mümkün hale gelmiş demektir.
Bu davada sanık daha savcılıkta ifade verirken, televizyon kanalları, “tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi” diye alt yazı geçmişse  hangi adaletten bahis ediyoruz.
Aynı şekilde Mahkeme’nin tutuklama kararı verdiği, daha mahkeme başlamadan evvel televizyonlardan alt yazı ile duyurulmuşsa, hangi adaletten bahis ediyoruz.  
Bu davayı Türk aydınlarının doğru değerlendirmesi gerekir.
Balyoz davası farklı kesim ve kişilerin Türk silahlı kuvvetleri ile hesaplaşmasıdır. Özellikle de Deniz kuvvetleri ile.
Bakacağız Doğu Akdeniz’de, Boğazlar da ve Karadeniz de Deniz Kuvvetleri “Leventler” kimlerin ayağına bastı. Hani bir reklam filimin de söylendiği gibi “Bu Türkler de çok mu oluyorlardı”.
 Atatürk’ün söylemiyle “Düşmanlar herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılarlar”
Kim di bu onlar?
Elbette subaylar ama  ülkelerini seven subaylar.
Bu yaşadıklarımız bunun tipik örneğidir.
Bundan sonraki hedef PKK terör örgütünün isteklerini yerine getirmektir. Bunların içinde terör örgütü için  en önemli olanı terörist başına af çıkartmaktır.
Balyoz bitti, Ergenekonda bittikten sonra, infaz kanununda bir değişiklikle belli suçlardan bir yıl yatanı yedi yıl yatmış gibi hesap edip herkesi, bu arada Öcalan’ı da tahliye edecekler.
Bu davaların açılma nedenlerinden biri de budur.
Bu dava hakikaten bir suç işlendiği için açılmamıştır. Bu dava okyanus ötesi işbirliği yapanların ve onların Türkiye’deki uzantılarının bir kurum ve kişilerle hesaplaşması davasıdır.
Bu dava bir dönemin yargılanmasıdır. BOP’un ve .Abdullah Öcala’a af çıkartıp siyasete girmesinin önünü açma temizliğidir..
Türkiye’de hiç kimse 12 Mart ve 12 Eylülü yaşadıktan sonra elbette “askeri darbeleri” savunamaz. Askeri darbeleri savunamamak demek, hukukun çiğnenmesine göz yummak değildir.
Silivri Mahkemelerinde hukuk alenen çiğnenmiştir. Bir Mahkeme kararının Yargıtay’dan geçmiş olması, orada hukukun tam uygulandığını göstermez.
Nitekim, Birleşmiş Milletlerin Keyfi Tutuklama çalışma Grubu, “Balyoz davası mağdurların keyfi olarak tutuklandıklarını, savunma haklarının yok sayılarak adil yargılanmadıklarını ve bu uygulamanın ağır bir insan hakları ihlali olduğunu” tespit etmiştir.
Hak ihlalleriyle oluşturulmuş bir karar hukuka uygun olamaz, Yargıtay kararı da onu hukuki kılmaz.
Hukuk bir kere çiğnenmeye başladığı zaman duracağı yer bilinmez.
Bugün bu kararı ellerini ovuşturarak seyredenleri tanrı aynı hukuksuzluktan korusun.
Bütün bu yaşananlardan sonra adalet başka bahara kaldı.