Abdullah Gül tarafından verilen 30
Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonuna , CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu katılmadı.
Katılmama gerekçesini kendisi
açıklamadı. Açıklamadığı içinde biz kendi kendimize gelin güvey olup,bu
katılmamayı, içimizden çıkan silahlı kuvvetlerin kişiliksizleştirilmesine,
itibarsızlaştırılmasına duyduğu tepki
olarak algıladık ve mutlu olduk, ama yanılmışız.
Kılıçdaroğlu, bizde hayal kırıklığı
yaratan katılmama gerekçesini, kendisine yakın bulduğu bir milletvekiline
açıklattırdı.
Konya Milletvekili Atilla Kart telefonla
katıldığı bir televizyon programında, bir çok şey söyledikten sonra, bir
cümleyle “Abdullah Gül, cumhurun başkanı olamamış,tüm toplumu kucaklayamamış onun
için resepsiyona katılmıyoruz” dedi.
Bu gerekçe genel de doğru bile olsa, 30
Ağustos törenlerine katılmama gerekçesinin bu olmaması gerekirdi.
Geleneği bulunan ordulara sahip
ülkelerin her yıl kutladıkları bir “Silahlı Kuvvetler Günü” vardır.
Bu gün, bazı ülkelerde, tarihteki bir
olayın yıldönümü olan, bizdeki 30 Ağustos gibi, sabit bir gün, bazılarında ise,
her yıl birkaç gün ileri- geri kayabilen bir tarihtir.
O günlerde yapılan kutlamaların ev
sahibi, daima kutlamayı yapan ülkenin silahlı kuvvetleridir.
Bizde de 30 Ağustosun ev sahibi Türk
Silahlı Kuvvetleri adına Genel Kurmay Başkanı, yurt dışı temsilciliklerde de,
Büyükelçilik nezdindeki askeri ataşelerdi.
Bir yönetmelik değişikliği ile
“sivilleşme kisvesi” altında bu hak
Silahlı Kuvvetlerden alınmıştır.
26 Ağustos 1922 günü başlayıp 30 Ağustos
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile biten büyük boğazlaşma, Türk Ulusunun ve
onun bağrından çıkan silahlı kuvvetlerinin özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin
ölümsüz bir abidesidir.
Bu muhteşem başarıyı yaratan orduyu
kimsenin rencide etme hakkı yoktur.Bu nedenle 30 Ağustos Türk Silahlı
Kuvvetlerinin günüdür.Kimsenin bunu gasp etmesine göz yumulmamalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Ergenekon,
Balyoz,Askeri Casusuluk ve fuhuş, 28 Şubat….gibi davalarla moral olarak
çökertilirken, resepsiyona katılmama gerekçesinin, “Silahlı Kuvvetlerin günü
olan bu günün, eşine ender rastlanır bir şekilde siyasi otorite tarafından gasp
edilmiş olması” gösterilmeliydi.
Böyle bir gerekçe toplum vicdanın da
daha büyük bir kabul görürdü.
CHP’nin, ordunun itibarsızlaştırılmasına
sessiz kalması, birilerinin bu yolda attığı adımları daha da hızlandırmış ve
fütursuzlaştırmıştır.
Dünya harp tarihinde emsali bulunmayan
bir zaferle sonuçlanmış, “Megalo-idea”nın Anadolu topraklarına gömdüldüğü Başkomutanlık
Meydan Muharebesi, Belediye’nin Ankara’da 14 km asfalt dökmesi ile aynı kefeye
konmuştur.
Şimdiki Genel Kurmay’dan buna bir tepki
düşünülemezdi. Ama devleti kuran CHP’nin buna sessiz kalması bağışlanamaz bir
kusurdur.
CHP Genel Başkanı kişi olarak, Atatürk
ve onun en yakın silah arkadaşları hakkında hangi hisleri besliyorsa beslesin o
kimseyi ilgilendirmez, ancak o koltuğu işgal ettiği sürece CHP ve onun
değerlerini korumak zorundadır.
Doğru bir şekilde tespit edildiği üzere,
Abdullah Gül eğer cumhurun başı olamamış, bir siyasi parti mensubu gibi
davranıyorsa, CHP Genel Başkanı’nın Irak
gezisi hakkında o zaman onun bilgilendirilmesinin
ne anlamı vardı.
Bu çelişkili davranışla, Abdullah Gül’e
CHP heyetine verdiği randevuyu iptal etme zevki verilmiş oldu. CHP’yi bu hale
düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.
Zaten Dış İşleri Bakanlığı’na, Irak
gezisiyle ilgili olarak CHP’ye yakışan, devlet ciddiyeti içinde bir not verilmiş olması gerekirdi.
Gösterilen resepsiyona katılmama gerekçeyle,
Irak gezisi hakkında Cumhurbaşkanı olarak kendisine bilgi vermek çelişkili bir
davranıştır.
Dört tarafı ateş içinde olan bir ülkenin
silahlı kuvvetlerinin, kişiliksizleştirilmesi, itibarsızlaştırılması, ulusal
onur günlerinin de asfaltlama ile aynı kefeye konularak sıradanlaştırılmasına,
CHP tepkisiz kalmamalıdır.
Bir cümlelik resepsiyona katılmama
gerekçesini, dakikalarca anlatan Milletvekilinin aklına, bu çirkinliğe bir cümleyle tepki
vermek gelmedi herhalde?
Bu ulusal onur günlerimizin sıradanlaştırılmasına
göz yumduğunuz, tepkisiz kaldığınız
sürece, Türkiye’nin milli bağımsızlığına sahip çıkan, çağdaş düşünceli, gerçek
anlamda laik ve özgürlükçü bir
yönetime ve güçlü, itibarlı bir orduya
sahip olunmasını istediğiniz
düşünülebilinir mi?
30 ağustos Meydan muharebesi sonunda,
bugün onuruyla oynan ordu ve ona komuta eden Atatürk ve onun en yakın silah
arkadaşları, Türk Milletine egemenliğini armağan etmişlerdir.
Bunu hiç aklımızdan çıkartmıyalım.