1 Eylül 2013 Pazar

ONURUYLA OYNAN ORDU

        
Abdullah Gül tarafından verilen 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonuna , CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu katılmadı.
Katılmama gerekçesini kendisi açıklamadı. Açıklamadığı içinde biz kendi kendimize gelin güvey olup,bu katılmamayı, içimizden çıkan silahlı kuvvetlerin kişiliksizleştirilmesine, itibarsızlaştırılmasına  duyduğu tepki olarak algıladık ve mutlu olduk, ama yanılmışız.
Kılıçdaroğlu, bizde hayal kırıklığı yaratan katılmama gerekçesini, kendisine yakın bulduğu bir milletvekiline açıklattırdı.
Konya Milletvekili Atilla Kart telefonla katıldığı bir televizyon programında, bir çok şey söyledikten sonra, bir cümleyle “Abdullah Gül, cumhurun başkanı olamamış,tüm toplumu kucaklayamamış onun için resepsiyona katılmıyoruz” dedi.
Bu gerekçe genel de doğru bile olsa, 30 Ağustos törenlerine katılmama gerekçesinin bu olmaması gerekirdi.
Geleneği bulunan ordulara sahip ülkelerin her yıl kutladıkları bir “Silahlı Kuvvetler Günü” vardır.
Bu gün, bazı ülkelerde, tarihteki bir olayın yıldönümü olan, bizdeki 30 Ağustos gibi, sabit bir gün, bazılarında ise, her yıl birkaç gün ileri- geri kayabilen bir tarihtir.
O günlerde yapılan kutlamaların ev sahibi, daima kutlamayı yapan ülkenin silahlı kuvvetleridir.
Bizde de 30 Ağustosun ev sahibi Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genel Kurmay Başkanı, yurt dışı temsilciliklerde de, Büyükelçilik nezdindeki askeri ataşelerdi.
Bir yönetmelik değişikliği ile “sivilleşme kisvesi” altında  bu hak Silahlı Kuvvetlerden alınmıştır.
26 Ağustos 1922 günü başlayıp 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile biten büyük boğazlaşma, Türk Ulusunun ve onun bağrından çıkan silahlı kuvvetlerinin özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir.
Bu muhteşem başarıyı yaratan orduyu kimsenin rencide etme hakkı yoktur.Bu nedenle 30 Ağustos Türk Silahlı Kuvvetlerinin günüdür.Kimsenin bunu gasp etmesine göz yumulmamalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Ergenekon, Balyoz,Askeri Casusuluk ve fuhuş, 28 Şubat….gibi davalarla moral olarak çökertilirken, resepsiyona katılmama gerekçesinin, “Silahlı Kuvvetlerin günü olan bu günün, eşine ender rastlanır bir şekilde siyasi otorite tarafından gasp edilmiş olması” gösterilmeliydi.        
Böyle bir gerekçe toplum vicdanın da daha büyük bir kabul görürdü.
CHP’nin, ordunun itibarsızlaştırılmasına sessiz kalması, birilerinin bu yolda attığı adımları daha da hızlandırmış ve fütursuzlaştırmıştır.
Dünya harp tarihinde emsali bulunmayan bir zaferle sonuçlanmış, “Megalo-idea”nın  Anadolu topraklarına gömdüldüğü Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Belediye’nin Ankara’da 14 km asfalt dökmesi ile aynı kefeye konmuştur.
Şimdiki Genel Kurmay’dan buna bir tepki düşünülemezdi. Ama devleti kuran CHP’nin buna sessiz kalması bağışlanamaz bir kusurdur.
CHP Genel Başkanı kişi olarak, Atatürk ve onun en yakın silah arkadaşları hakkında hangi hisleri besliyorsa beslesin o kimseyi ilgilendirmez, ancak o koltuğu işgal ettiği sürece CHP ve onun değerlerini korumak zorundadır.
Doğru bir şekilde tespit edildiği üzere, Abdullah Gül eğer cumhurun başı olamamış, bir siyasi parti mensubu gibi davranıyorsa,  CHP Genel Başkanı’nın Irak gezisi hakkında  o zaman onun bilgilendirilmesinin ne anlamı vardı.
Bu çelişkili davranışla, Abdullah Gül’e CHP heyetine verdiği randevuyu iptal etme zevki verilmiş oldu. CHP’yi bu hale düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.
Zaten Dış İşleri Bakanlığı’na, Irak gezisiyle ilgili olarak CHP’ye yakışan, devlet ciddiyeti içinde  bir not verilmiş olması gerekirdi.
Gösterilen resepsiyona katılmama gerekçeyle, Irak gezisi hakkında Cumhurbaşkanı olarak kendisine bilgi vermek çelişkili bir davranıştır.
Dört tarafı ateş içinde olan bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin, kişiliksizleştirilmesi, itibarsızlaştırılması, ulusal onur günlerinin de asfaltlama ile aynı kefeye konularak sıradanlaştırılmasına, CHP  tepkisiz kalmamalıdır.
Bir cümlelik resepsiyona katılmama gerekçesini, dakikalarca anlatan Milletvekilinin  aklına, bu çirkinliğe bir cümleyle tepki vermek  gelmedi herhalde?
Bu ulusal onur günlerimizin sıradanlaştırılmasına göz yumduğunuz, tepkisiz  kaldığınız sürece, Türkiye’nin milli bağımsızlığına sahip çıkan, çağdaş düşünceli, gerçek anlamda laik ve  özgürlükçü bir yönetime  ve güçlü, itibarlı bir orduya sahip olunmasını istediğiniz  düşünülebilinir mi?
30 ağustos Meydan muharebesi sonunda, bugün onuruyla oynan ordu ve ona komuta eden Atatürk ve onun en yakın silah arkadaşları, Türk Milletine egemenliğini armağan etmişlerdir.
Bunu hiç aklımızdan çıkartmıyalım.