19 Eylül 2013 Perşembe

DAVUTOĞLU GİTMELİDİR.


Hatırlanacağı gibi Başkan Obama 9 Eylül günü Amerikan halkına seslenerek, Suriye’deki kimyasal silahlar konusunda ortaya çıkan soruna barışçıl bir çözüm bulunması için Rus Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından ortaya atılan öneriye destek vereceğini, bu öneri hayata geçirilinceye kadarda silahlı müdahale seçeneğini askıya alacağını duyurdu.
Lavrov ortaya attığı öneriyle en çok ABD yönetiminin elini rahatlattı, açıkça ABD Halkı Suriye’de bir askeri seçeneğe sıcak bakmadığı gibi, Amerikan Kongresinin önemli bir bölümünün de Obama’ya bu konuda destek vermeye istekli olmadığı biliniyordu.
Obama’nın   konuşmasından  ders alınması gereken iki nokta dikkat çekiciydi.
Bunlardan ilki, Suriye’ye karşı sınırlı da olsa bir askeri harekat nedeniyle Amerikan halkının kendisine yönelttiği eleştirileri hem tek tek  saydı ve hem de cevap verdi.
Hukuken zorunluluğu olmamasına rağmen, ABD Kongresine gitme kararı ve arkasından çıkıp doğrudan doğruya Amerikan halkına açıklamalarda bulunması, beğenelim, beğenmeyelim BİZİM PEK ALIŞIK OLMADIĞIMIZ, demokratik bir liderin halkına karşı duyduğu saygı ve sorumluluğun güzel bir örneğidir.
Türkiye’de  harp tam tamları çalarak ülkeyi harbe sürükleyen ve fakat ne halkına ve ne de TBMM’ye bilgi vermek gereğini duymayan bir başbakan ve onun hükümeti vardır.
Obama, savaşlı çözümü askıya almasına rağmen, Suriye’ye sınırlı müdahalede bulunmak konusundaki kararını ağırlıklı olarak Amerika’nın ulusal çıkarları ile izah etti.
Doğrusu da budur. Ülkeler, dış politikalarını düzenlerken,başka ülkelerin değil kendi ülkelerinin ulusal çıkarları üstüne kurarlar.
Tayyip Erdoğan ve hükümeti, şu ana kadar Esad’ın gidip, muhaliflerin iktidarı ele geçirmesinde, Türkiye’nin ne gibi bir ulusal çıkarı olduğunu ne Türk halkına ve ne de kendisini denetlemekle görevli olan TBMM’ye bu konuda bir bilgi verdi.
Suriye’nin Kuzeyinde aynen Kuzey Irak’ta olduğu gibi bölgesel bir yönetim kurma çabasında olan PYD’ye karşı Türkiye’nin bu noktadan sonra tavrı ne olacaktır.
Katil başıyla müzakere yolunu seçen Türkiye, PYD’ye karşı Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan bir tutum sergileyebilir mi?
Bütün bu konuların açık bir oturumda TBMM den tartışılması gerekmez miydi? Böylece halkta bilgilenmiş olurdu.
Burada hangi ulusal çıkarlarımızın olduğu halkımıza anlatılamazımıydı?
Arap toplumları arasında Arap Milliyetçiliği çok güçlü bir duygu olduğu gibi kolektif hafızaları da çok  güçlüdür.
Arap halklarının  entelektüel kalbi sayılan Suriye’ye, Türkiye’nin batılı devletlerle birlikte düşmanca bir tavır takınmasını Arap halkları asla  unutmayacaklardır.
Batılılar yarın bu bölgeden bir anlamda çekilecekler ve peki biz bu coğrafya da bu düşmanca duygularla nasıl beraber yaşayacağız.
Savaş çığırtkanlığı yapan Türkiye, Suriye’yi doğru teşhis edememiştir. Suriye diğer Arap ülkelerine benzememektedir. Orada çok örgütlü ve uluslar arası bağlantıları çok güçlü bir rejim vardır.
Nitekim on beş günde gider denen Esad rejimi iki yıldır ayakta ve barış sürecinde de masada olacaktır.
Ama  biz o masanın hiçbir yerinde olamayacağız.
Masanın hiçbir yerinde olmayacağımız gibi “cezalandırma imkanı” bu sefer ters dönerek, kendisine karşı düşmanlık yapan ülkelere karşı savaş dışı yöntemler kullanılmak üzere Esad’ın eline geçecek.
Son yıllarda özellikle de Davutoğlu ile başlayan süreçte, doksan yıldır sürdürülen ve doğruluğu yaşanarak görülmüş “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinden dönülmesinde, koltuk uğruna  sessiz kalan Dışişleri diplomasisinin günahı ve ayıbı çoktur.
Yukarıdan beri anlattıklarımız Türk Dış politikasının her konuda olduğu gibi Suriye konusunda da,  iflas ettiğini ortaya koymaktadır .
Bu noktada artık Davutoğlu bakanlık koltuğunda oturmamalıdır. Oturamamalıdır, demokratik bir ülkede bu kadar başarısız ve bilgisiz bir bakanı o koltukta oturtmazlar.
 Böyle bir istifa Türkiye’yi büyük bir beladan kurtaracaktır.