Hatırlanacağı gibi Başkan Obama 9
Eylül günü Amerikan halkına seslenerek, Suriye’deki kimyasal silahlar konusunda
ortaya çıkan soruna barışçıl bir çözüm bulunması için Rus Dışişleri Bakanı
Lavrov tarafından ortaya atılan öneriye destek vereceğini, bu öneri hayata
geçirilinceye kadarda silahlı müdahale seçeneğini askıya alacağını duyurdu.
Lavrov ortaya attığı öneriyle en
çok ABD yönetiminin elini rahatlattı, açıkça ABD Halkı Suriye’de bir askeri seçeneğe
sıcak bakmadığı gibi, Amerikan Kongresinin önemli bir bölümünün de Obama’ya bu
konuda destek vermeye istekli olmadığı biliniyordu.
Obama’nın konuşmasından ders alınması gereken iki nokta dikkat
çekiciydi.
Bunlardan ilki, Suriye’ye karşı
sınırlı da olsa bir askeri harekat nedeniyle Amerikan halkının kendisine
yönelttiği eleştirileri hem tek tek
saydı ve hem de cevap verdi.
Hukuken zorunluluğu olmamasına
rağmen, ABD Kongresine gitme kararı ve arkasından çıkıp doğrudan doğruya
Amerikan halkına açıklamalarda bulunması, beğenelim, beğenmeyelim BİZİM PEK
ALIŞIK OLMADIĞIMIZ, demokratik bir liderin halkına karşı duyduğu saygı ve
sorumluluğun güzel bir örneğidir.
Türkiye’de harp tam tamları çalarak ülkeyi harbe
sürükleyen ve fakat ne halkına ve ne de TBMM’ye bilgi vermek gereğini duymayan
bir başbakan ve onun hükümeti vardır.
Obama, savaşlı çözümü askıya
almasına rağmen, Suriye’ye sınırlı müdahalede bulunmak konusundaki kararını
ağırlıklı olarak Amerika’nın ulusal çıkarları ile izah etti.
Doğrusu da budur. Ülkeler, dış
politikalarını düzenlerken,başka ülkelerin değil kendi ülkelerinin ulusal
çıkarları üstüne kurarlar.
Tayyip Erdoğan ve hükümeti, şu ana
kadar Esad’ın gidip, muhaliflerin iktidarı ele geçirmesinde, Türkiye’nin ne
gibi bir ulusal çıkarı olduğunu ne Türk halkına ve ne de kendisini denetlemekle
görevli olan TBMM’ye bu konuda bir bilgi verdi.
Suriye’nin Kuzeyinde aynen Kuzey
Irak’ta olduğu gibi bölgesel bir yönetim kurma çabasında olan PYD’ye karşı
Türkiye’nin bu noktadan sonra tavrı ne olacaktır.
Katil başıyla müzakere yolunu
seçen Türkiye, PYD’ye karşı Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan bir tutum
sergileyebilir mi?
Bütün bu konuların açık bir
oturumda TBMM den tartışılması gerekmez miydi? Böylece halkta bilgilenmiş
olurdu.
Burada hangi ulusal çıkarlarımızın
olduğu halkımıza anlatılamazımıydı?
Arap toplumları arasında Arap
Milliyetçiliği çok güçlü bir duygu olduğu gibi kolektif hafızaları da çok güçlüdür.
Arap halklarının entelektüel kalbi sayılan Suriye’ye,
Türkiye’nin batılı devletlerle birlikte düşmanca bir tavır takınmasını Arap
halkları asla unutmayacaklardır.
Batılılar yarın bu bölgeden bir
anlamda çekilecekler ve peki biz bu coğrafya da bu düşmanca duygularla nasıl
beraber yaşayacağız.
Savaş çığırtkanlığı yapan Türkiye,
Suriye’yi doğru teşhis edememiştir. Suriye diğer Arap ülkelerine
benzememektedir. Orada çok örgütlü ve uluslar arası bağlantıları çok güçlü bir
rejim vardır.
Nitekim on beş günde gider denen
Esad rejimi iki yıldır ayakta ve barış sürecinde de masada olacaktır.
Ama biz o masanın hiçbir yerinde olamayacağız.
Masanın hiçbir yerinde
olmayacağımız gibi “cezalandırma imkanı” bu sefer ters dönerek, kendisine karşı
düşmanlık yapan ülkelere karşı savaş dışı yöntemler kullanılmak üzere Esad’ın
eline geçecek.
Son yıllarda özellikle de
Davutoğlu ile başlayan süreçte, doksan yıldır sürdürülen ve doğruluğu yaşanarak
görülmüş “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinden dönülmesinde, koltuk uğruna sessiz kalan Dışişleri diplomasisinin günahı
ve ayıbı çoktur.
Yukarıdan beri anlattıklarımız Türk
Dış politikasının her konuda olduğu gibi Suriye konusunda da, iflas ettiğini ortaya koymaktadır .
Bu noktada artık Davutoğlu
bakanlık koltuğunda oturmamalıdır. Oturamamalıdır, demokratik bir ülkede bu
kadar başarısız ve bilgisiz bir bakanı o koltukta oturtmazlar.
Böyle bir istifa Türkiye’yi büyük bir beladan
kurtaracaktır.