5 Nisan 2015 Pazar

YÜKSEK SEÇİM KURULUNUN KORUMASINDA TAYYİP ERDOĞAN


Yüksek Seçim Kurulu (YSK) MHP’li ve CHP’li milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı’nın  AKP’den yana taraf olarak davrandığından bahisle yaptıkları şikayetlerini oybirliği ile reddetmiştir.
Reddederken “298 sayılı yasa, kurula sadece siyasi partiler ve adaylar yönünden inceleme yapma yetkisi veriyor. Cumhurbaşkanı’nın faaliyetlerini inceleme ya da durdurma yetkimiz yok” demiştir.
Bu red kararı da, aynen Cumhurbaşkanı’nın tutum ve davranışları gibi Anayasaya aykırıdır.
Önceki Adalet Bakanlarından Prof. Dr Aysel Çelikel ”Cumhurbaşkanı’nın, sorumsuzluk ilkesi arkasına sığınarak, hukuk devleti ilkesini ihlal etmesi, mitingler düzenleyip seçimlerde AKP İktidarı için oy istemesi açık bir Anayasa ihlalidir” diyerek çok doğru bir tespit yapmıştır.
Bu tespit ne kadar doğruysa YSK’nın kararı da o kadar yanlıştır ve  Anayasaya aykırıdır.
Anayasamızın “Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlığını taşıyan 79. Maddesini değişik 2. fıkrasında “ Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden  sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karar bağlama ……..görevi Yüksek Seçim Kurulu’na aittir” denmektedir.
Cumhurbaşkanı işlem ve eylemlerinde sorumsuzdur, ancak bu sorumsuzluğu, Anayasanın kendisine verdiği görev ve yetkilerini kullanırkendir.   
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları YSK tarafından 13 Ağustos 2014 tarihinde ilan edilmiştir.
Bu ilanın yapıldığı anda, artık kendisi Cumhurbaşkanı olmuştur ve partisi ile ilişkisi kendiliğinden kesilmiştir. Tarafsızlığı da o an itibariyle başlar.
YSK’nın ilanından sonra, Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş kişi tüm işlem ve eylemlerinde “tarafsız”  davranmak zorundadır.   
Tarafsızlığı gereği de  tüm kişi ve kuruluşlara eşit mesafede durmak zorundadır. Bu nedenle hiçbir zaman bir parti lehine propaganda faaliyetlerine katılıp, oy isteyemez. 
Böyle bir hakkının  olmaması doğaldır, zira; seçildiği anda partisi ile ilgisi kesilir ve artık  tarafsız olmak zorundadır.
Elbette Anayasa koyucu “BÜYÜK TÜRK MİLLETİ VE TARİH HUZURUNDA, NAMUSUM VE ŞEREFİM ÜZERİNE ANDİÇERİM”
diyen bir kişinin, Anayasayı bu şekilde çiğneyebileceğini aklına bile getiremediği  için buna  bir müeyyide öngörme gereksinimini hissetmemiştir.
Cumhurbaşkanı olmuş bir kişinin “Ben alışılmamış bir Cumhurbaşkanı olacağım” demek hak ve yetkisi de yoktur, burası muz cumhuriyeti değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir, herkesin hak ve yetkileri Anayasa ve yasalarla tespit edilmiştir, kim, hangi makamı işgal ederse etsin Anayasaya uymak zorundadır.
Böyle bir cümle kullanması ve buna bağlı olarak görev ve yetkileri dışında, sorumsuzluk ilkesinin arkasına sığınıp işlem ve eylemlerde bulunması, anayasanın hukuk devleti ilkesinin çiğnenmesidir.
Tarafsızlığını alenen ihlal eden  bir Cumhurbaşkanı’na da, hukuk devleti çerçevesinde bir mercii “dur demek zorundadır” 
Anayasanın 11. Maddesi “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” demektedir.
Bu maddenin hiçbir yerinde Cumhurbaşkanları bundan muaftır denmemektedir.
Tarafsızlığı bir Anayasal zorunluluk olan Cumhurbaşkanı, eğer bu ilkeyi, sorumsuzluk ilkesinin arkasına sığınıp çiğnemeye başlayıp, bir parti yöneticisi gibi davranıyorsa, seçimlerin dürüstlüğünden bahis etmek artık mümkün değildir.
Zira; Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildiği günden beri  12 yıl Genel başkanı olduğu partinin, bugünde yöneticisi gibi hareket etmiş ve etmektedir.
Bu nedenle YSK,  Cumhurbaşkanı’nın faaliyetlerini inceleme ya da durdurma yetkimiz yoktur” diyemez.
YSK,  Cumhurbaşkanı’nın bu durumunu tespit eder ve bir genelgeyle kamuoyuna duyurur.

Böylece kendisini de bağlayan Anayasaya uygun davrandığını, herkesin de, hatta Cumhurbaşkanı’nın bile,  Anayasaya uygun davranması gerektiğini ortaya koyar.