22 Nisan 2015 Çarşamba

DEMOKRASİCİLİK OYUNU


Bu gün 23 Nisan, Türk Milleti’nin kendi kaderini tayin hakkını eline aldığı günün yani TBMM’nin açılışının 95. Yıl dönümü.
16 Mart 1920’de İstanbul’un düşman tarafından işgal edilmesi üzerine, bundan bir gün sonra Mustafa Kemal, yeni idare tarzının belirlenmesi için kurucu Meclis niteliğinde, Milli Mücadele yanlılarının Ankara’da toplanmasını istemişti.
22 Nisan 1920 günü de çağrı yaparak 23 Nisan 1920 günü toplanan TBMM merasimle açıldı.
Bundan 45 gün sonra da yani TBMM açılışının 95. yılında Türk Milleti kendisini dört sene için yönetecek milletvekillerini seçmek için yeniden sandık başına gidecek.
Seçimler gerçek demokrasilerin elbette tek şartı değildir ama olmazsa olmazlarından en önde gelenidir. O nedenle bir demokrasi şöleni olması gerekir.
Maalesef durum pek öyle görünmüyor, Cumhuriyetin temel değerlerinin çiğnenmesinin, inkar edilmesinin doğal hale geldiği kutuplaşmış bir ülkede var olan hukukunda iktidar tarafından ayaklar altına alındığı bir seçime gidiyoruz.
Cumhurbaşkanı bir siyasi parti genel başkanı gibi, adı “toplantı” olan açık hava veya  kapalı salon toplantıları yapıp yandaşı ve hatta fiili lideri olduğu parti için oy isteyebiliyor.
Ama Allah var parti ismi vermiyor.
Biz aptalız ya.!
Hatta bir adım daha iler gidip “seçimlere kadar otuz tane daha toplantı yapacağım” diyebiliyor.
Bundan evvel olduğu gibi bu toplantıları da  yaparken de devlet imkanlarını kullanacağı da açık. 
Halbuki demokrasi bir kurallar ve kurumlar rejimidir.
Seçimin kurallarına uyulup uyulmadığını da Anayasal bir kurum olan Yüksek Seçim Kurulu denetler daha doğru bir ifadeyle denetlemesi gerekir.
Seçimlerin adil ve eşit şartlarla hukuka uygun bir şekilde yapılmasından sorumlu olan Yüksek seçim Kurulu, seçim hukukunu çiğneyen Cumhurbaşkanı’na hukuki çizgisini bile hatırlatmaktan aciz, korkmuş  bir durumda.
Cumhurbaşkanı yemin edip göreve başladığı günden buyana, bir siyasi parti genel başkanı gibi davrandığı için   kendisini haklı olarak eleştiren  gazeteciler hakkında yüzeli civarında dava açmış.
Devlet televizyonu TRT siyasi iktidarın emri altında, onun borazanı haline gelmiş. hiçbir kuralla kendisini bağlı saymamakta.
Özel Tv kuruluşları da Cumhurbaşkanı, Başbakan bir yerde konuşuyorlarsa, konuşmalarının haber değeri olup olmadığına bakmaksızın, tüm yayınlarını kesip onların konuşmalarını yayınlamakta.
Bu konuşmaların saat hesabı tutulsa akıllara durgunluk verecek süreler ortaya çıkar.
Nitekim son iki hafta içinde yirmi saatten fazla konuştuğu söyleniyor.
Bir siyasi parti,”barajı aşamasak ülke karışır” diyerek devleti tehdit edebilmekte kimse de sesini bile çıkartamamaktadır.
Şimdi biz eşitler arasında bir seçim yarışından sonra demokratik bir seçim yapacağız öyle mi?
Kimse kimseyi kandırmasın biz demokratik bir seçime gitmiyoruz.
Demokratik bir seçimden söz edebilmek için devlet imkanlarının tüm siyasi partiler açısından eşit şekilde kullanılması gerekmektedir.
Bırakın siyasi iktidarın devlet imkanlarını en çirkin şekilde kendisi için kullanmasını, temsilde adaletle hiç alakası olmayan %10 barajı ile seçime gidiyorsanız, zaten adil bir seçim yaptığınıza kimseyi ikna edemezsiniz.
Baraj demek, bazı partilere oy veren insanların oylarının, daha az oy alan partilere oy veren vatandaşın oyundan daha kıymetli olduğu demektir.
Demokrasi, azınlığında çoğunluk olma yolundaki tüm imkanlarında açık olduğu rejim değilmidir?
O zaman niye temsilde adaleti sağlayacak barajsız bir seçim sistemini hayata geçirmiyorsunuz?
Askerlerin yaptığı anayasa ile hiç alakası kalmamış yürürlükteki Anayasayı “Vesayet Rejiminin Anayasası” diye suçlarken, seçim kanunu da %10 barajı da “Askeri Rejimin” getirdikleri.
 Türkiye’de önümüzdeki seçimlerin demokratik bir seçim olacağını söyleyebilmek mümkün müdür?
Kimse  demokratik bir seçime gittiğimizi  beni ikna edemez.Biz “Demokrasicilik” oynuyoruz.