8 Aralık 2013 Pazar

TAYYİP BEYİN DEMOKRASİSİ


Vatan Gazetesinde önce Can Ataklı, sonra Mustafa Mutlu ve şimdi de Ruhat Mengi. Belki de bu yazının yayınlandığı gün eşi Güngör Mengi de işine son verilenler kervanına katılmış olacak.
İlk defa bir gazeteci işinden olmuyor, bugüne kadar belki yüzlerce gazeteci işinden atıldı.
Ama hiçbir tarihte bu kadar gazeteci siyasi iktidarın hoşuna gitmiyor diye işinden atılmadı.
Çok iddialı söylüyorum, 12 Eylül faşist cuntası bile bu kadar çok gazetecinin işinden kovulmasını patronlardan istemedi.
O dönemde bir gazetenin yayının durdurulması sıkıyönetim komutanın iki dudağının arasındaydı.
Üniversite hocaları, kamu görevlileri 1402 Sayılı Sıkıyönetim yasasının komutana verdiği yetkiyle işinden atılabiliyordu,  o dönemde bile ben her hangi bir gazetecinin askerler istemiyor diye patronlar tarafından işinden atıldığını hatırlamıyorum.
Belki hafızam  beni yanıltıyor, ama yanılmadığıma inandığım husus bu kadar gazeteci işinden atılmamıştı, bu kadar gazeteci kulp takılarak zindanlara tıkılmamıştı
Patronlar, faşist askeri cunta karşısında bile dik durabiliyorlardı.
Hiçbir gazete patronuna bugün yapılan baskılar o gün yapılmadı,
O tarihte de yalaklar yok muydu, elbette vardı.
Cunta liderinin elini öpen, cunta liderine evinde ziyafetler verip methiyeler düzen  ama şimdi demokrasi havarisi kesilen omurgasız, küçük dev adamlar  vardı.
O günlerde de cunta yanlısı basın vardı.Askeri rejimle iyi geçinmek uğruna gazetecilerine yön vermeye çalışan patronlar vardı ama daha bugünkü kadar ileri gidememişlerdi.
O gün gazeteciler her şeye rağmen bugünkünden çok daha fazla çalıştıkları gazete yönetimlerine güveniyorlardı.
Çünkü o zaman askeri cunta, gazete idarehanelerine müfettiş baskını düzenleyip, ekonomik baskı uygulamıyordu.
Yapılan siyasi baskılara da  direniyorlardı.
Bir gazete patronu o tarihte ve hem de rahmetli Ecevit siyasi yasaklıyken düşüncelerini kolaylıkla topluma ulaştırsın diye, onun dergisini finanse edebiliyordu.
Ama o gün Türkiye’de, hatalarıyla sevaplarıyla bugünkünden çok daha  adil bir  yargı vardı.
Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde  yargılananlar bile adaletin varlığına, bugün olduğundan çok daha fazla inanıyorlardı.
Açın inceleyin bir o günün mahkeme ve Yargıtay kararlarına bakın bir de bugünkü mahkeme ve Yargıtay kararlarına, aralarındaki fark kanınızı dondurur.
Bu gün ileri demokrasiye geçtik değil mi?
Bugün bir sayın bakalım, Tayyip Bey yazdıklarından hoşlanmıyor diye, kaç gazeteci işinden oldu.
Kaç gazeteci yazdıkları nedeniyle  bugün zindanlarda?
Tayyip Bey kendinden o kadar geçtiki, yurt dışında bile kendisine soru soran bir gazeteciyi fırçalamayı hak görür hale geldi.
Bunların hepsi Tayyip Beyin ileri demokrasisinde oluyor.
Tarihten husumet çıkartmak için değil, tarihten ders almak için son altmış yılı bir inceleyin, diktatörleşmeye başlayan sivil siyasetçilerin dönemlerinde gazetecilere yapılan baskılar askeri rejimleri bile aratır.
Gelinen noktada, eğer bu ülkede demokrasiyi egemen kılmak istiyorsak, çözülmesi gereken temel konu basındır, basın özgürlüğüdür, gazetecinin editoryal özgürlüğüdür.
Sağcısı solcusu, Tayyipçisi, karşıtı, bu gazetecilik mesleğini yapanlar, hislerinden ve kişisel çıkarlarından uzak durarak, Türkiye’de Basın özgürlüğü, gazetecinin editoryal özgürlüğü üzerinde düşünmek ve bunu sağlamak için mücadele etmek zorundadırlar.
Özgür basın demokrasinin temel direğidir. Bu nedenle uğrunda fedakârlık yapılmak zorunluluğu vardır.
Ateş çemberinden geçmeden, büyük fedakârlıklar yapılmadan elde edilen hak ve özgürlükler, dikta heveslisi yöneticiler tarafından, bugün olduğu gibi kolaylıkla geri alınır.
Ne zamana kadar geri alınabilinir, toplum demokrasi denilen rejime kelimenin tam anlamıyla sahip çıktığı zamana kadar. Düşmanına yapılan hukuksuzluğa karşı isyan etmesini öğreninceye kadar.
Düşmanına yapılan haksızlığa isyan etmeyi içselleştiremediğin  sürece Tayyip Beyin demokrasisi ile yetinmek zorunda kalırsın.