HUKUK AYIBI
Bir devletin “Demokratik Hukuk
Devleti” olabilmesi için, yargılamanın belli kurallar çerçevesinde yürütülmesi
şarttır.
Yargılama yapılırken, şüpheli ve
sanığın temel insan haklarına, en başta da adil yargılanma hakkına saygı gösterilmesi
gerekir, zira şüpheli, sanık önce insandır.
İnsan Haklarına saygıyı kendine
esas almış bir hukuk sistemi içinde yargı, hukuka/kanuna aykırı olarak elde
edilmiş bir delilin geçersizliğine karar vermek zorundadır.
Yasalara aykırı olarak elde edilmiş
delillere dayanarak yargılama yapılıp sonuca gidilmesi, başlı başına adil
yargılanma hakkının ihlalidir.
Adil yargılanma hakkı, kanuna
uygunluğun çok ötesinde, adil yargılanma
hakkına ilişkin anayasa gibi ulusal veya ulusal üstü hukuk kurallarına uygunluğu
ifade eder.
Bu nedenledir ki, usul yasaları
emredici kurallardır. Hâkime, kanuna aykırı delil konusunda herhangi bir takdir
hakkı tanımadığı gibi, hukuk devletini korumak adına, insan haklarını tehlikeye
sokacak tüm davranışları da engellemek yükümlülüğünü getirir.
Nitekim Yargıtay 8. Ceza Dairesi,
bir ev aramasında savcının bulunmadığı hallerde, muhtar ve iki köy ihtiyar
heyeti üyesi bulunmadan yapılan aramada, evde bir adet kaleşnikof silah
bulunduğu için, sanığı beş yıl hapse mahkûm eden Birecik Asliye Ceza Mahkemesi
kararını; hazır bulunması gereken şahıslar bulunmadan ev araması yapılmış ve
sanığında suçu inkar etmesi nedeniyle, sanık beraat ettirilmeliydi,
gerekçesiyle, hukuka, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarına, Anayasa
Mahkemesi Kararlarına uygun olarak bozmuştu.
Bu karar aslında bu ülkede yaşayan
her kişinin hukuk güvencesine sahip olması açısından çok önemliydi.
Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu,
bu güvenceyi insanımıza çok gördü ve aramada bulunması gereken kişilerin
bulunmamasının, arama kararı usulüne uygun alındığından ve her hangi bir hak
ihlaline neden olmadan arama yapıldığından bahisle 8. Ceza Dairesinin kararını
kaldırarak, Birecik Mahkemesinin, hukuka, AHİM kararlarına ve yasalara aykırı
kararını onamıştır.
Bu kararın içtihat haline gelmesi
halinde, artık hiçbirimizin hukuki güvencesi kalmamış demektir.
Bu mantık, yasa dışı elde edilmiş
delillerle de yargı önüne getirilmiş olan herkesi mahkûm etmeyi kafaya koymuş,
sanığı peşinen mahkum etmiş ceberut devlet anlayışının yansımasıdır.
Bu anlayış “sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” anlayışından farklı değildir.
Bu anlayışın egemen olduğu hukuk
düzeninde, Silivri Mahkemelerinde hukuka, yasaya aykırı olarak, düzmece, yönlendirilmiş tanık ifadeleriyle
verilecek kararlar karşısında sanıklar kime güvenecektir.
Ülkenin Başbakanı bile dinlediğini
söyleyebiliyorsa, arama veya dinleme kararının hukuka uygun alınmış olması tek
başına bir güvence değildir.
“Şekli” sayılan şartlar yerine
getirilmeden yapılan bu arama sırasında suçlanan şahsa yönelik uydurma, düzmece
delillerin yerleştirilebilineceğinin de gözden uzak bulundurulmaması gerekir
Silivri davalarında, hukuka uygun
surette alınmış arama kararları sırasında avukat bürolarına nelerin
yerleştirildiği, bilgisayarla nasıl oynandığı ortadayken, salt arama kararı hukuka uygun olarak alındığından
bahisle, kanunun aradığı diğer şartları görmezden gelmek kişi güvenliğini
ortadan kaldırır.
Artık Silivri Mahkemelerinden “Her ne kadar hard disklerle oynanmış,
telefona haricen yükleme yapılmış ama”
bu arama kararları hukuka uygundur, bu nedenle bu delilleri hukuka uygun
kabul etmek gerekir diye kararlar beklenebilir.
Bu durum çürük bir temel üstüne
bina inşa etmeye benzer. Yani hukuka aykırı, hukuka uygun olamayan yollarla
elde edilmiş delillerle hukuka uygun bir karar kuramazsınız.
Bu kararı veren Yargıtay Ceza
Dairesi üyelerine sormak gerekir, savcının, iki ihtiyar heyeti üyesinin veya
iki komşusunun bulunmasını şart koşan yasal düzenlemeyi kanun koyucu niçin
yapmıştır?
Kanun koyucu abesle mi iştigal
etmiştir?
Kanun koyucunun burada korumaya
çalıştığı hak, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığıdır.
Asıl bu tür hukuk ayıpları
Türkiye’nin insan hakları puanını düşürür, dünya üzerindeki saygınlığını
zedeler.