Hatırlanacağı üzere 2010 Anayasa reformu
öncesinde CHP ile AKP arasındaki oy farkı
on-on bir puana kadar gerilemiş ve hatta toplumda AKP siz koalisyon
hesapları yapılmaya başlanmıştı.
Tam bu aşamada yani 2010 Anayasa
referandumuna gidilirken CHP Genel
başkanı, özel hayatın gizliliği ihlal edilerek,
ahlak dışı bir kaset saldırısına uğradı ve görevini bıraktı.
Olayın üzerinden iki yılı aşkın bir süre
geçti, bu olayın aydınlanması için siyasi iktidarın en ufak bir çabası olmadı.
Kişinin her türlü suça karşı güvenliğini
sağlamak devletin görevidir. Devlet dediğimiz organizasyonu siyasi iktidar
harekete geçirdiğine göre, vatandaşlarını suça karşı korumakta, suç işlendikten
sonra faili ortaya çıkartıp, yakalamakta siyasi iktidarın görevidir.
Şu ana kadar siyasi iktidarın böyle bir
çaba sarf etmediği gün gibi ortadadır. Bu işe asıl saldırması, failin ortaya
çıkartılması için gerekli takibi yapması gereken diğer kurumda, Genel başkanı
saldırıya uğrayan CHP dir.
Ne iktidardan, ne de ana muhalefet
partisinden ses çıkmayınca akla taraflar arasında bu konuda bir gizli mutabakat
olabileceği gelmektedir.
İkisinin de bu hak ihlalinden
yararlandıkları; iktidarın bu çirkinliğe göz yumarak failleri bilmesine rağmen
koruduğu, CHP’nin de içinde bundan istifade edenler olduğu düşüncesi akla gelmektedir.
CHP; bu olay yaşanmadan önce ki son
yıllarda, ulusalcı ve anti emperyalist özelliğini daha ön plana çıkartması
nedeniyle oyları artış göstermeye
başlamıştı.
Bu oy artışı, hem AKP iktidarını ve hem de Türkiye’de
Atatürkçülüğü ve laikliğin kazınması gerektiğini söyleyen ABD’yi rahatsız
etmiştir.
ABD; Atatürkçülüğü ve laikliği
Türkiye’den kazıya bilmek için önce CHP’den
kazınması gerektiğine inanıyordu.
Bu kaset operasyonuyla CHP’den ulusalcılar
tümüyle tasfiye edilerek istenilen sonuca varıldı ve CHP’ye 2.Cumhuriyetçiler,
BDP’liler,şeriat sempatizanları, ademi merkeziyet taraftarı olanlar
yerleştirildi.
CHP de bu operasyon yapılıncaya kadar
İttihat Terakkinin üç adamından biri olan Cemal Paşanın torunu Hasan Cemal ve
onun gibi düşünen bazı köşe yazarları tarafından,
zaman zaman alaylı bir şekilde “İttihatçı alışkanlığı, İttihat Terakki’den gelme” gibi nitelemeler yapılarak alaya alınmaya
çalışılırdı. Bu iddiaların haklı yanları olabilir, buda tartışılabilinir.
Ama şekillendirilen Yeni CHP artık İttihat Terakkiye değil, olsa olsa içinde Kürt Teali Cemiyetinin, İngiliz Muhipleri Cemiyetinin yöneticilerini, Prens Sebahatti’nin adamları
olan ademi merkeziyetçileri, 31 Mart gerici isyanını gerçekleştiren şeriatçıları
ve en önemlisi Saidi Nursi tayfasını barındıran
Hürriyet ve İtilaf fırkasına benzemeye başladı.
Yani tam anlamıyla AKP ve ABD’nin
beğendiği şekle geldi.
Bu nedenle suçluları ortaya çıkartıp,
yakalamak anayasal ve yasal sorumluluğu olan AKP, CHP tarafından bu konuda hiç baskı altına alınmadı.
CHP Genel başkanının uğradığı saldırı, sanki iktidar tarafından himaye
edilen bir merkezden ve parti de içinden de yardım alınarak tezgahlanmış
olduğu düşüncesini akla getiriyor.
Bir noktaya okuyucularımızın dikkatini
çekmek istiyorum, bütçenin eleştirisi sırasında tek kelime ile bile olsa bu
hukuksuzluğun ahlaksızlığın hesabı sorulmadı.
Yani bu işin takipsiz bırakılmasından
rahatsızlık duyulmayan bir tavır sergilendi.
Bütün suçluları yakalamak siyasi
iktidarı elinde bulunduranların görevidir.
Özellikle bir Ana Muhalefet Partisi
Genel başkanının uğradığı haksız ahlaksız saldırının faillerini bulup perde
arkasını aydınlatmak, eğer bu işlere göz
yummamışsa, SİYASİ İKTİDARIN NAMUS BORCUDUR.
Ama diğer tüm konularda olduğu gibi bu
konuda da iktidarı denetlemek, bu işi takipsiz bırakmamak, bu işten aralarında
menfaattar olanlar yoksa ,o zaman da Ana Muhalefet Partisinin NAMUS BORCUDUR.