16 Aralık 2012 Pazar

SİYASİ İKTİDARIN NAMUS BORCU



Hatırlanacağı üzere 2010 Anayasa reformu öncesinde CHP ile AKP arasındaki oy farkı  on-on bir puana kadar gerilemiş ve hatta toplumda AKP siz koalisyon hesapları yapılmaya başlanmıştı.
Tam bu aşamada yani 2010 Anayasa referandumuna gidilirken  CHP Genel başkanı, özel hayatın gizliliği ihlal edilerek,  ahlak dışı bir kaset saldırısına uğradı ve görevini bıraktı.
Olayın üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçti, bu olayın aydınlanması için siyasi iktidarın en ufak bir çabası olmadı.
 Kişinin her türlü suça karşı güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Devlet dediğimiz organizasyonu siyasi iktidar harekete geçirdiğine göre, vatandaşlarını suça karşı korumakta, suç işlendikten sonra faili ortaya çıkartıp, yakalamakta siyasi iktidarın görevidir.
Şu ana kadar siyasi iktidarın böyle bir çaba sarf etmediği gün gibi ortadadır. Bu işe asıl saldırması, failin ortaya çıkartılması için gerekli takibi yapması gereken diğer kurumda, Genel başkanı saldırıya uğrayan CHP dir.
Ne iktidardan, ne de ana muhalefet partisinden ses çıkmayınca akla taraflar arasında bu konuda bir gizli mutabakat olabileceği gelmektedir.
İkisinin de bu hak ihlalinden yararlandıkları; iktidarın bu çirkinliğe göz yumarak failleri bilmesine rağmen koruduğu, CHP’nin de içinde bundan istifade edenler  olduğu düşüncesi akla gelmektedir.
CHP; bu olay yaşanmadan önce ki son yıllarda, ulusalcı ve anti emperyalist özelliğini daha ön plana çıkartması nedeniyle  oyları artış göstermeye başlamıştı.
Bu oy artışı,  hem AKP iktidarını ve hem de Türkiye’de Atatürkçülüğü ve laikliğin kazınması gerektiğini söyleyen ABD’yi rahatsız etmiştir.
ABD; Atatürkçülüğü ve laikliği Türkiye’den kazıya bilmek için  önce CHP’den kazınması gerektiğine inanıyordu.
Bu kaset operasyonuyla CHP’den ulusalcılar tümüyle tasfiye edilerek istenilen sonuca varıldı ve CHP’ye 2.Cumhuriyetçiler, BDP’liler,şeriat sempatizanları, ademi merkeziyet taraftarı olanlar yerleştirildi.
CHP de bu operasyon yapılıncaya kadar İttihat Terakkinin üç adamından biri olan Cemal Paşanın torunu Hasan Cemal ve onun gibi düşünen bazı köşe  yazarları tarafından,  zaman zaman alaylı bir şekilde   “İttihatçı alışkanlığı, İttihat  Terakki’den gelme”  gibi nitelemeler yapılarak alaya alınmaya çalışılırdı. Bu iddiaların haklı yanları olabilir, buda tartışılabilinir.
Ama şekillendirilen Yeni CHP  artık İttihat Terakkiye değil, olsa olsa  içinde Kürt Teali Cemiyetinin, İngiliz  Muhipleri Cemiyetinin  yöneticilerini, Prens Sebahatti’nin adamları olan ademi merkeziyetçileri, 31 Mart gerici isyanını gerçekleştiren şeriatçıları ve en önemlisi Saidi Nursi tayfasını barındıran  Hürriyet ve İtilaf fırkasına benzemeye başladı.
Yani tam anlamıyla AKP ve ABD’nin beğendiği şekle geldi.
Bu nedenle suçluları ortaya çıkartıp, yakalamak anayasal ve yasal sorumluluğu olan AKP, CHP tarafından bu konuda hiç  baskı altına alınmadı.
CHP Genel başkanının uğradığı  saldırı, sanki iktidar tarafından himaye edilen  bir merkezden ve  parti de içinden de yardım alınarak tezgahlanmış olduğu düşüncesini  akla getiriyor.
Bir noktaya okuyucularımızın dikkatini çekmek istiyorum, bütçenin eleştirisi sırasında tek kelime ile bile olsa bu hukuksuzluğun ahlaksızlığın  hesabı sorulmadı.
Yani bu işin takipsiz bırakılmasından rahatsızlık duyulmayan bir tavır sergilendi.
Bütün suçluları yakalamak siyasi iktidarı elinde bulunduranların görevidir.
Özellikle bir Ana Muhalefet Partisi Genel başkanının uğradığı haksız ahlaksız saldırının faillerini bulup perde arkasını aydınlatmak,  eğer bu işlere göz yummamışsa,   SİYASİ İKTİDARIN NAMUS BORCUDUR.
Ama diğer tüm konularda olduğu gibi bu konuda da iktidarı denetlemek, bu işi takipsiz bırakmamak, bu işten aralarında menfaattar olanlar yoksa ,o zaman da   Ana Muhalefet Partisinin NAMUS BORCUDUR.