24 Temmuz iki mutlu olayın yıldönümü,
biri Lozan Antlaşmasının imzalanmasının, diğeri ise “sansürün” kaldırılışının,
aslında ikisi de özgürlüğü ve bağımsızlığı simgeliyor.
Biri bir ulusun özgürce yaşamasını,
diğeri ise ulusu oluşturan bireylerin veya onlar adına aslında bir kamu görevi
yapan gazetecilerin özgürce yazmalarını güvence altına alıyor.
Aslında kamuoyu yanlış bir düşünceyle,
aynen hâkim teminatında olduğu gibi, basın özgürlüğünü de sanki gazetecilere tanınmış bir imtiyaz
gibi algılıyor.
Nasıl hâkim teminatı, yargılamanın
taraflarının haklarını güvence altına almak için ise, basın özgürlüğü de
vatandaşın haber alma özgürlüğünün teminat altına alınması için gereklidir..
Yıllarca biz basın özgürlüğünün, düşünce
ve ifade özgürlüğünün siyasal iktidarlar tarafından baskı altına alındığını
söyleye geldik.
Eğer bu ülkede sade kitap makale
yazdıkları, bilimsel görüşlerini açıkladıkları için, eline silah değmemiş insanları zindanlara
tıkabiliyorsak, bu ülkede basın özgürlüğünden, düşünce ve ifade özgürlüğünden
bahsede bilmek mümkün değildir.
Basın özgürlüğü engellendiği zaman,
halkın ülkede olup bitenlerden haberdar olması engellenmektedir. Yani
vatandaşlar gerçekleri öğrenemediği zaman demokratik tercihlerini de doğru
yapmaları engellenmektedir.
Basın özgürlüğü kısıtlandığı zaman,
aslında haber alma hakkı engellenen vatandaşımız hiç tepki verir mi? Vermez.
Bunca gazete TV basıldı arandı, kendi
haber alma hakları engellenen on binlerin o aranan binaların önünde sessiz tepki toplantılarına tanık
olduk mu? Hayır, mümkün mü? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.
Hâlbuki gerçekleri öğrenme hakkı elinden
alınan vatandaşa yılan dokunmaya başlamıştır bile.
Hayret edilecek bir olay yaşıyoruz
Silivri cezaevinde yüzlerce gazeteci, düşün adamı zindanlarda çürüyorlar,
herkes kendi arkadaşı için ağıt yakıyor, kendi arkadaşları tahliye olduktan
sonra diğerleri unutuluyor.
Kendi haber alma özgürlüğü
sınırlanmasına rağmen buna tepki vermeyen bir toplumun uygar olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Bazı meslekler dikta rejimlerinde bile
en iyi şekilde yapılabilinir.Belki bu kişiler sadece çevresinde olup biten,
hırsızlıklardan, soysuzluklardan haberdar olamamanın sıkıntısını
yaşayabilirler, ama kendi mesleklerini en iyi şekilde yapabilirler.
Nitekim, totaliter ülkelerden ünlü birçok
baletler, balerinler, sinema, tiyatro, resim sanatçıları, sporcular,
mühendisler, doktorlar, bilim adamları çıkmıştır. Belki bir çırpıda bazılarının
isimlerini bile sayabiliriz.
Ama böyle bir ülkede bir basın
mensubunun mesleğini bizim anladığımız şekilde
yapabildiğini söylemek mümkün müdür?
Değildir.
Bunun için bir gazeteci, fikirlerine
iştirak etsin veya etmesin, düşünce bazında en sert tartışmalara girdiği karşıt
fikirdeki gazetecinin özgürlüğünü savunmak zorundadır. Bu gazetecilik etiğinin
gereğidir.
Geçmiş yıllarda ART Televizyonu basılıp
aranırken, CHP Milletvekili olarak oraya gitmiş ve binanın önünde çekim yapan
TV kameralarına ve gazetecilere “Bugün
burada bu olayın çekimini yapıyorsunuz, ama eğer buna bugün tepki vermezseniz
yarın sizin kurumlarınıza da aynı operasyon yapılırken, sizi çekecek kimse de olmayacak” demiştim.
Olaylar o kadar geliş tiki, Özgürlüğü
savunması gereken basın kendi kendini sansürleyerek, halkın haber alma
özgürlüğünü kısıtlar hale geldi.
Aydınlı Gazetesi altmış bin tiraja
sahiptir. Gerçek tirajı yani bayi satış rakamı altmış bin olan Gazete,
sabahları TV kanallarının tamamına yakını tarafından görmezden geliniyor.
Bu siyasal iktidarın suçu değil, “acaba
ne derler” kompleksinin dışa vurumudur.
Burada suçlu gazete patronları değil,
kraldan çok kralcı olan gazete yöneticileridir.
Ben hiçbir gazete patronun telefon açıp ta, TV veya
gazetece yöneticisine şu gazeteyi görmeyin, buna atıf yapmayın dediğine
inanmıyorum.
Sansürün en tehlikelisi olan, basının kendi
kendini sansür etmesi başladı.