2 Nisan 2018 Pazartesi

TÜRK HALKI KADERİNİ ELİNE ALMALIDIR



Yandaş basına bakılırsa AB ile ilişkiler tıkırında....Cumhurbaşkanı da Varna'dan dönerken "olumlu gelişmeler" den bahsetmiş; bunu, Türkiye'nin güçlü olmasına bağlamış. "Zirve"de, AB ile diyalogun sürdürülmesi ve ilişkilere ivme kazandırılması konusunda "tam mutabakat" sağlandığını da ifade etmiş.
Sırf Avrupalı liderlerle yan yana fotoğraf verebilmek için Türkiye'nin onuru ayaklar altına alınıyor.
Bunu geçen ay Binali Yıldırım'ın Almanya ziyaretinde yaşadık. Yıldırım'ın, Merkel'den randevu koparabilmek için, Die Welt muhabiri Deniz Yücel'in serbest bırakılacağını taahhüt ettiği anlaşıldı. Cumhurbaşkanı Yücel'i "casus, ajan" olarak suçlamış ve "ben bu görevde iken serbest kalamaz" demişti. Bir randevu için o sözler unutuldu, daha doğrusu yutuldu.
Cumhurbaşkanı’nın Varna toplantısına gidişi de bunun gibi. 
Öncelikle Varna toplantısı bizimkilerin dediği gibi bir "zirve" değildi. "Zirve"  Avrupa Birliği'nin bütün üyelerinin devlet ve hükümet başkanlarının toplantısına Cumhurbaşkanı'nın da davet edilmesi ile olurdu. Aday ülkeler bakımından geçmiş uygulamalar böyle idi.
Avrupa Birliği  Mayıs 2017'de, Cumhurbaşkanı'nın katıldığı toplantıyı "zirve" olmaktan çıkardı. "Türkiye-Avrupa Birliği Liderler Toplantısı" haline dönüştürdü. Nitekim, Varna'daki basın toplantısı sırasında arkadaki panoda da öyle yazmaktaydı.
Avrupa Birliği  adayı olmayan bir ülke ile de toplantı düzenlense idi, böyle bir çerçeve çizilirdi. Hükümet, Avrupa Birliği ile yapılan toplantıların  seviyesinin düşürülmesini ve Türkiye'ye aday olmayan ülke muamelesi yapılmasını içine sindirmişti.
Diğeri, Varna toplantısından dört gün önce, AB Zirve toplantısı (Avrupa Birliği Konseyi) sonrası yapılan açıklamada, aynen, "Avrupa Birliği Konseyi Türkiye'nin doğu Akdeniz'de ve Ege Denizinde süre giden yasa dışı faaliyetlerini kuvvetle kınar ve Yunanistan ve Kıbrıs ile tam dayanışmasının altını çizer" ifadesine yer verilmişti.
Sadece bu haksız ve ağır ifade bile, seviyesi düşürülmüş ve hiçbir olumlu sonuç vermeyeceği önceden belli Varna toplantısına gitmekten vazgeçilmesi için yeterli idi.
Bir diğeri, Avrupa Birliği'nin insan hakları, tutuklu Avrupa Birliği  vatandaşları, komşularla ilişkiler gibi konularda eleştiriler yapacağı, karşılığında Avrupa Birliğin'den hiçbir şey alınamayacağı belli idi. Nitekim de öyle oldu. 
Türkiye'nin bir beklentisi de, müzakerelerin canlandırılması ve yeni başlık açılması idi. Sözü bile edilmedi. Diğer bir beklenti ise, gümrük birliğinin güncellenmesi için bir takvim belirlenmesi idi. AB tarafı bu konularda hiç oralı olmadı. Başka bir beklenti ise vize serbestisinin hayata geçirilmesi idi. Avrupa Birliği bu konuda yine  ipe un serdi. Neymiş? Vize serbestisi konusunda bir Avrupa Birliği  heyeti Nisan'da Türkiye'ye gelecekmiş, o kadar. Vize serbestisinin olmayacağını herkes biliyor. Türk halkı kandırılıyor.
Aralık 2013'de geri kabul anlaşması imzalanırken yetkili bakanlar o zaman "vize serbestisi sağlanmazsa anlaşmayı feshederiz" diye atıp tutuyorlardı. Dört yıldır serbesti sağlanmadı; ama, Türkiye'nin aleyhine işleyen o anlaşma yürürlükte kalmaya devam ediyor.
Cumhurbaşkanı, "diyalogun sürdürülmesi ve ilişkilere ivme kazandırılması konusunda tam mutabakat" olduğunu bildirmiş. İvmenin nasıl olacağını söylememiş. Çünkü yok. Varılan "mutabakat" aslında, herhangi bir konuda mutabakat olmadığı hakkında mutabakat anlamına geliyor. Bunun için mi Varna'ya gidildi?
Cumhur Başkanı'nın açıkladığına göre, AB liderleri kendisine "Türkiye büyük bir ülke, siz büyük bir cumhurbaşkanısınız. Tutuklu yunan askerlerini bırakırsınız" demiş. CB da "ben adaletten büyük değilim" cevabını vermiş. 
Avrupalılar böyle iltifatları ve talepleri demokratik olmayan liderlere yaparlar. Maalesef Türkiye'ye de öyle muamele yapmışlar. Deniz Yücel örneği ortada iken, Cumhurbaşkanı'nın "Ben adaletten büyük değilim" cevabı ne kadar inandırıcı olmuştur, merak konusu.
Türk halkı biran evvel uyanarak kaderini eline almadığı takdirde Türkiye'yi dışarıda ve tabii dolayısıyla içerde çok sıkıntılı günler bekliyor.