31 Ekim 2016 Pazartesi

İNANILMAZ LAFLAR

İNANILMAZ LAFLAR

Tayyip Erdoğan  Hızlı Tren İstasyonun açılışında "....Ne var o Misak-ı Milli’de. Ben Lozan dedim, rahatsız oldular. Niye rahatsız oluyorsun? Burnumun dibindeki adalar, bağırıyoruz, çağırıyoruz; bu adalar bizimdi. Bu adalarda bizim eserlerimiz var, tarihimiz var, camilerimiz var, kervansaraylarımız var. Rahatsız oluyor adam. Niye rahatsız oluyorsun? Bunların altına kim imza attıysa sorumludur, sorumlu....
"Çünkü artık eski Türkiye yok. Bu mücadeleyi pısırık şekilde sağa sola yalpalayarak değil, hedeflerimize yürüyerek vereceğiz. Kazanacaksak adam gibi kazanacağız, öleceksek adam gibi öleceğiz. Artık bunun ortası kalmadı....” dedi.
Lozan Antlaşmasına, sınırlar üzerinden ısrarla ve alenen saldırıyor. Sınırlara ve Ege'deki adalara ilişkin olarak yaptığı yanlışları bir kenara koyuyorum.
Lozan yalnızca sınırları belirleyen bir antlaşma değildir. Her şeyden önce bir barış antlaşmasıdır. Siyasal ve ekonomik çok çeşitli hükümler içerir. 
Bu hükümlerin içinde, örneğin, azınlıkların haklarına ilişkin olanlar çok önemlidir. Lozan, Türkiye'deki azınlıkları sadece din üzerinden tarif ediyor ve Türkiye'deki gayri Müslimlerin hakları ile Yunanistan'daki Müslüman azınlığın hakları arasında bir denge kuruyor. Bu hüküm, ülkemizde etnik azınlıklar yaratmak isteyen dış güçlere karşı en güçlü dayanak noktasıdır.
Batılı emperyalist çevreler Lozan Antlaşması'nın artık eskide kaldığını uzun yıllardır bazen zımnen, bazen açıkça savunurlar. Amaçları arasında, bir yanda, Türkiye'deki azınlık tanımını değiştirerek etnik temelde azınlıklar yaratmak, diğer yanda, Yunanistan'daki Türk azınlığı korumasız kılmaktır.
Ben Tayyip Bey’in amacının bu olmadığını düşünmek istiyorum.
"Kazanacaksak adam gibi kazanacağız, öleceksek adam gibi öleceğiz, ortası yok" sözü  yayılmacılık (irredentism) dir. Bu emperyalistlerin arzusu olan  Lozan barışını ortadan kaldırmaktır.
Bu gidişin ülkemiz için nasıl felaketler yarata bileceğinin farkında değil anlaşılan.
Lozan  kaldırılırsa ortada Sevres Antlaşması ve Wilson prensipleri kalır. Sevres, malum, Anadolu topraklarında bir Ermenistan yaratıyor ve Kürdistan'nın da yolunu açıyordu.

Başkan Woodrow Wilson, 1918 Ocak ayında Kongre’de yaptığı konuşmada, ABD'nin savaşa hangi ilkeleri gerçekleştirmek için girdiğini 14 noktada özetlemişti.
Bunlardan 12. ilke Osmanlı İmparatorluğunu ilgilendiriyordu. Bu ilkeye göre, İmparatorluğun Türk kısmının güvenlik içinde egemen olmasının garanti edilmesi gerektiği söyleniyordu.  Ancak, Türk yönetimi altındaki diğer uluslara da yaşamlarını güvenlik içinde sürdürecekleri ve herhangi bir müdahaleye uğramaksızın muhtar (otonom) gelişim fırsatından yararlanacakları konusunda güvence verilmeliydi.
Wilson,  bu ilkelerle, “self determination” adını koymadan, halklara kendi kaderlerini tayin etme hakkı verilmesi gerektiğine vurgu yapmış oluyordu. Nitekim, bu düşüncesine sonraki beyanlarıyla adını da koyarak açıklık getirmişti.
Fransa ve –özellikle- İngiltere, Osmanlıya karşı melanetin başı olan Mekke Şerifi Hüseyin’e, hizmetleri karşılığında, bağımsız bir Arap devleti kurması için,  Orta Doğu’nun büyük bölümünü vaat ettiler. Bir yanda bunu yaparken, diğer yanda da, 1916 Sykes-Picot gizli anlaşması ile Hüseyin’e vaat ettikleri toprakları kendi aralarında paylaştırdılar. Savaş sonrası Orta-Doğu’yu, Arap halklarına hiç danışmadan ve yapay sınırlar oluşturarak, kendi aralarında bölüştürdüler.
Pekiyi, Araplar için rafa koydukları self determination hakkını o zaman bir tek hangi etnik gruba tanıdılar? Sevres ile Kürtlere.
Tarihi olayları doğru okumak gerekiyor.