3 Ekim 2016 Pazartesi

CAHİLLER


Atatürk ve silah arkadaşları temelde iki görev üzerinde yoğunlaşmayı ve bunları hayata geçirmeyi kendilerine hedef olarak koymuşlardı. İlki Osmanlı İmparatorluğunun külleri üzerinde modern bir devlet inşa etmek ve ardından da kurdukları bu modern devlette yani Türkiye Cumhuriyetinde çok partili rejimi hayata geçirmekti.
Atatürk’ün kısa denebilecek yaşamı, modern Türkiye Cumhuriyetini kurmaya yetti, çok partili yaşamı yerleştirmek ise, onun en yakın silah ve dava arkadaşı İsmet Paşa tarafından gerçekleştirilebildi.
İşte Lozan o modern devletin, tüm dünyaca tasdik edilmiş tapusudur.
Ayrıca Lozan, emperyalistlerin bir paylaşım tasarısı olan Sevr anlaşmasının bağlayıcılığı olmayan bir kağıt parçası haline dönüştürürken, kapitülasyonları kaldırarak siyasi bağımsızlığın yanında, ekonomik bağımsızlığı da kazandırmıştır. 
Her tarihi olayı yaşandığı dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir.
Birinci Dünya savaşının galipleri, mağlupları olan Almanya’ya Versay, Avusturya’ya St Germain, Macaristan’a Trianon, Bulgaristan’a Neulliy ve Osmanlı İmparatorluğuna da Sevr  teslimiyet anlaşmalarını dikte ettirdiler.
Bizim dışımızda, Birinci Dünya savaşı mağluplarından hiçbir devlet önlerine konan antlaşmaları Atatürk ve silah arkadaşlarının yaptığı gibi yırtıp atıp, eşitler arasında yeni bir antlaşma yapamadılar.
Elbette eşitler arasındaki her anlaşma uzlaşma ile olur. Lozan’da bu anlamda  bir uzlaşmadır. Ancak bu uzlaşmaya sadece bir hukuk metni olarak bakılırsa bu büyük bir yanılgı olur. Lozan milletçe çekilen acıların, katlanılan fedakârlıkların sonucunda kazanılan uluslararası bir başarıdır.
Sevr ile Osmanlıya bırakılan topraklar, bugün o bazılarının beğenmediği Lozan’da kurtarılan vatan toprağının beşte biri idi.
Daha çok yakın geçmişte sırf Batılılar istiyor diye Ermenilerle  teslimiyet protokolü imzalamayı içine sindirebilenler; 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması gereğince, Türkiye’ nin  asker bulundurma ve bayrak dikme hakkını kabul ettiği Süleyman Şah türbesini, 700.000 kişilik ordusu varken koruyamayanlar, Egedeki 17 ada ve onlarca kayalığı Yunanistan’a sessiz sedasız bırakanlar,  Lozan’ı eleştiremezler, bunu yapmaya hakları yoktur.
Balkan savaşından başlayarak yıllarca dövüşmüş, okur yazarını kaybetmiş, 15 yaşındaki kınalı kuzularını bile cepheye göndermiş, liseleri mezun verememiş, yorgun, bitkin, aç ve çıplak bir ulusun Lozan’da  elde ettiklerini küçümsemek ne insafla, ne vicdanla ve ne de ahlakla bağdaşır.
Lozan yapılırken  İstanbul ve Boğazlar bölgesi işgal kuvvetlerinin,  Musul ise İngilizlerin  işgal altındaydı.
Atatürk, kendi doğduğu toprak Selanik’i, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Güney Bulgaristan’ı kurtarmak istemez miydi?
Elbette isterdi.
Bugün Lozan’ı eleştirenlerin dedeleri askerden kaçmasaydı, bugün olduğu gibi o günde emperyalizmin uşakları bu coğrafyada isyanlar çıkartmasaydı, belki daha fazlasını da elde etmek, örneğin İngilizlerin işgali altındaki Musul’u almak da mümkün olabilirdi.
Donanman mı vardı  adalara gidebilecek de, on iki  adayı almadın.
O beğenmediğin küçümsediğin Lozan ile varlığı tescil edilen, Misak-ı Milli sınırları içindeki   Türkiye Cumhuriyeti, ayrımcılıktan, ölümden, savaştan kaçan Avrupalı seçkinlerin sığınabilecekleri bir huzur ve barış ülkesiydi.
Kurtuluş savaşı ve onun diplomatik zaferi olan Lozan, sadece biz Türklerin utkusu değildir. O savaş emperyalizmin boyunduruğu altında yüzyıllardır sömürülen mazlum milletlerin kurtuluşlarının işaret fişeğidir de.
Lozan’ı küçümsemek, ya cahillikten ya da emperyalizme uşaklık etmek için olabilir, ben bunun  cahillikten olduğunu kabul etmek istiyorum.




  
   ,