28 Ekim 2016 Cuma

BUGÜN 29 EKİM


Bugün, ihanetler, acılar içinde de olsak Cumhuriyetimizin 93. Yılını kutluyoruz.
Bu Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğdu.
Bu Cumhuriyet, altı yüz yıllık teokratik Osmanlı monarşisinin “kul”undan, laik cumhuriyetin “vatandaş”ına geçişin yolculuğudur.
Bir kısım günümüz Cumhuriyet düşmanları tarihimizi, Atatürk’ü, Cumhuriyeti tartışalım diyerek, 1920’nin koşullarında kurulan Cumhuriyeti bugünün değerleri ile tartışmaya çalışmaktadırlar.
Bu Cumhuriyet kurulduğu zaman bir demokrasi miydi? Elbette değildi.
Zamanla beraber toplumlar da, anlayışlar da değişirken, bu Cumhuriyetin kurucularının asla değişmeyecek kurallar getirdiğini ileri sürmek en azından bu insanlara saygısızlık olur.
Her olayı yaşandığı günün koşulları ve kuralları içinde değerlendirmek gerekir.
Bu Cumhuriyet, imparatorluğun kalıntıları üzerine kurulduğuna göre bugünkü anlamıyla bir özgürlükçü demokrasi olması da mümkün değildir.
Bir demokrasinin oluşabilmesi ve yaşayabilmesi için gereken nesnel koşulların hiçbirisi o günlerin Osmanlı toplumunda yoktu.
Örgütlü bir toplum muyduk? Hayır. İletişim bugünkü kadar yaygın ve kolay mıydı? Hayır. Okuryazar erkek sayısı kaçtı? Yüzde beş civarında. Kadınlar da bu oran kaçtı? yüzde birin de altında. Orta sınıf söz konusu bile değildi.
Toplu iğne bile üretemeyen, ekonomisi ilkel tarıma dayalı fakir bir ülkeydik.
Özgürlükçü demokrasiyi nasıl uygulayacaklardı?
Atatürk’e ve bu devletin kurucularına küfretmeyi “ilericilik, çağdaşlık” zanneden Cumhuriyet düşmanları ve onların tetikçilerine bir şeyi hatırlatmakta fayda var.
Atatürk hakkında yargıyı insanlık tarihi vermiştir. İnsanlık tarihine herhangi bir katkısı olmayanların, Atatürk’ü tartışmak, Atatürk’ü yargılamak hakları yoktur, olamaz.
Cumhuriyetin kurulduğu günlerde dünyanın hiçbir köşesinde, günümüz anlamında özgürlükçü demokrasi yoktu.
1789 da Anayasasını yürürlüğe sokan Amerika Birleşik Devletlerinin bir çok eyaletinde zenciler, ilk okul mezunu olmayanlar, belli oranda vergi vermeyenler oy kullanma hakkına bile sahip değillerdi. Fransa da kadınlar Türk kadınından çok daha sonra oy kullanma hakkına sahip olabilmişlerdi.   
Özgürlükçü demokrasinin hiçbir nesnel koşulu yokken bu Cumhuriyet, ulus-devlet temelinde şekillenmiş, çağdaş, modern, bağımsız, laik bir toplumsal yapı oluşturmuştur.
Bugün gıptayla baktığımız Almanya, Japonya ve İtalya kendi iç dinamikleri ile demokrasiye geçememişlerdir.
 Balkan, 1. Dünya ve Kurtuluş savaşları ile yorgun ve harap bu ülkede, ortaçağ kurumları ve gelenekleri ile yaşayan, sanayi devrimini ve Rönesans’ı yaşamamış, ümmet düzeyinde  bir toplum, demokrasiye, çok partili hayata kendi iç dinamikleriyle geçebilmişse, bu Cumhuriyeti kuranların eseridir.
Zira Atatürkçülük gelişmeye açıktır. Devrimcilik (İnkılapçılık) onun bu özelliğinin nitelemesidir.
Bu nitelik, bulunduğumuz noktayı yeterli bulmamayı, daha iyisini yapabileceğimizi, çağdaşlık ülküsünü bize aşılamıştır.
Bu niteliğimiz, Büyük önder Atatürk’ün kurarak başlattığı çağdaş medeniyeti hedefleyen, kökten değişim sürecini devam ettirmemizi gerektirmektedir.
Atatürk’ün ilkelerine inananların bugün yapması gereken, On dört yıllık AKP iktidarı döneminde, gerçekleştirilmeye çalışılan dinin siyasallaştırılmasına ve de siyasetin dinselleştirilmesine karşı mücadele etmektir.
Bu mücadeleyi vererek, Ulus Devlet, Üniter Devlet ve Laik Devlet yapılanmamızı, ulusal bağımsızlığımızı ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatmalıyız. Bu, Cumhuriyeti bizlere armağan edenlere karşı ahlaki ve  vicdani  borcumuzdur.