16 Nisan 2014 Çarşamba

DİKTATÖRLEŞMEK

Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde, iktidarların ömrünü belirleyen ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumdur.
Bu ülkelerde ekonominin çarkları dönüyorsa ve büyüme de gerçekleşiyorsa, halk yolsuzluklarla,  doğrudan fazla ilgilenmez.
Yani yolsuzluk , genelde bu ülkelerin aydınlarının seçmen tercihlerinde rol oynar. Alt kültür grupları bu konularla fazlaca alakadar değillerdir.
O kadar değillerdir ki; “Bak yolsuzluk yapıyorlar” dediğiniz zaman, “Biliyorum çalıyorlar ama iş de yapıyorlar” cevabını alırsınız, oysa böyle bir cevabı hiçbir  gelişmiş ülkede duyamazsınız.
Bu ülkelerde yolsuzluklar seçmen tercihlerinde önemli rol oynar.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, yolsuzluklar, seçmen tercihleri üzerinde ancak  ekonomi bozulduğu zaman etkili olur.
Son iki yıldır  ekonomik göstergelerin bozulması, işsizliğin çift haneli oranlara yükselmesi, yani ekonominin bozulmaya başlaması seçmen tercihlerini de etkilemeye başlamıştır.
Nitekim, 2011 genel seçimlerinden hemen sonra 2012 yılı başında yapılan kamuoyu araştırmaları, AKP oylarının yüzde elli beşler mertebesinde olduğunu gösteriyordu.
2014 yerel seçim sonuçları AKP’nin oylarını yüzde kırk üçlere gerilediğini göstermektedir.
Bu gerileme,  ekonomideki bozulmayla düz orantılıdır.
Muktedir olduğunu zannedenler, ekonomi kötüye gitmeye başlayıp, halk desteğinin düştüğünü görmeye başladıkları andan itibaren de, yaptıkları yolsuzlukların hesabı sorulacağı korkusuyla sertleşmeye başlarlar.
Tayyip Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali işte budur.
Bundan sonra her geçen gün daha da sertleşecektir. Kendine hayali düşmanlar yaratacaktır.
Polisle, bürokratla oynayacaktır ve oynamaktadır da.
Bu ona yetmemektedir. O her dediğini yapan, her söylediğini emir gibi algılayan, bir yargıya ihtiyaç duymaktadır.
Şimdi şikayetçi olduğu, eski yol arkadaşı Cemaatçilerin, aydınları, komutanları, gazetecileri zindanlara gönderme çabasına girdikleri tarihlerde, önce, “Bir cesur savcı arıyorum” diye haykırıyordu.
Aranan savcı bulundu, şimdi haksız dediği, “kumpas” dediği tutuklamalar başlayınca, “Ben bu işin savcısıyım” dedi.
Danıştay saldırısından sonra, bu kez de sanki tüm “Kumpas’ın” içindeymişçesine, “Bakın daha neler çıkacak” dedi.
Nitekim her şeyi bildiğini bir eski polis şefi açıklayıverdi.
O tarihlerde “Yargı bağımsız, müdahale edemeyiz” derken, bugün “Adliye koridorlarını temizleyeceğiz” noktasına geldi.
Anayasa Mahkemesi hoşlanmadığı iki karar verince dünyayı ayağa kaldırdı. Ama, aynı Anayasa Mahkemesi Başkanı, ülkenin ana muhalefet partisini, ABD Büyükelçisine, sadece Anayasa’nın Ana muhalefet partisine  tanıdığı bir hakkı kullanıyor diye şikayet ettiği zaman bundan mutluluk duydu.
Anayasa Mahkemesi Başkanının bu yakışıksız davranışı, olayları başından beri bildiği anlaşılan Tayyip Erdoğan’ı, ana muhalefet partisine yapılacak operasyona da zemin hazırladığı için belki de mutlu etmişti.
Ama şimdi iki tane hoşlanmadığı karar çıkınca Anayasa Mahkemesine etmedik laf bırakmaz hale geldi.
Hatta can kuşları aracılığıyla, verilen kararları Cumhurbaşkanı seçimleri ile ilişkilendirdi.
Zannedersiniz ki, Cumhurbaşkanlığı adayı olmak onun iznine tabi.
 Parlamenter demokrasilerin, tek parti iktidarlarında ki en büyük zaafı, İktidarların yasamaya egemen olmasının yanında, bir emniyet fren mekanizması olan yargıya da egemen olmak arzusudur.
İşte tam bu nokta, muktedirin, totaliterleşmenin de ötesine geçip diktatörleşmeye başlamasıdır.
Demokratik ülkelerde  iktidarlar yargının dümenin de değil, hizmetindedirler. Ama gelin görün ki, Tayyip Erdoğan yargıda da kendisine biat etmiş, aynen AKP Milletvekilleri gibi sözünden çıkmayan bir yapı istemektedir.Yani yargının  dümeninin de  kendisinde olmasını istemektedir.
Tayyip Erdoğan, “ileri demokrasi” yalanları içinde  bu HSYK’yı da Anayasa Mahkemesi’ni de kendisi şekillendirdi. Çok değil dört sene evvel yaptı bütün bunları, şimdi bunlardan da  şikayet ediyor.

Bu şikayetin temel nedeni, kontrolsüz tek adamlık, yani diktatörleşmek arzusudur.