18 Eylül 2017 Pazartesi

KORKU DAĞLARI BEKLİYOR,



New York'daki savcının Zarrab iddianamesini Zafer Çağlayan ve Halk Bankası eski Genel. Müdürünü  de kapsayacak şekilde genişletmesi, hükümet dahil, AKP ve AKP’ye yakın çevreler tarafından, kendi açılarından, "Türkiye'ye daha doğrusu Cumhurbaşkanı’na  ve hükümete karşı siyasi hamle" olarak yorumlandı. 
Hükümet sözcüsü Bozdağ konu hakkında şu değerlendirmeyi yaptı: "...17- 25 Aralık sürecinde Fetullahçı Terör Örgütü'nün yargı yoluyla yapmak istediği ama başaramadığı darbe teşebbüsünün aynen Amerika'da Amerikan yargısını kullanmak suretiyle tekrarı...".  gibi her aklı başında insanı güldürecek bir açıklama yaptı.
Savcının iddianameye Zafer Çağlayan’ı ve Halk Bankası eski Genel Müdürünü de kapsayacak şekilde genişletmesinin zamanlamasına ve içeriğine bakınca bu hamlenin siyasi bacağını görmemek mümkün değil..
Hükümet kanadı, ABD'nin, bu dava yoluyla, Cumhurbaşkanını ve hükümeti devirmeye teşebbüs edeceğini savunuyor.
Diğer çevreler ise, özellikle Cumhurbaşkanı  üzerinde baskı oluşturarak, ABD'nin, Türkiye ve bölgedeki gelişmelerde kendi çıkarları istikametinde sonuçlara ulaşmaya yönelik hamle olarak değerlendiriyor.
(Bu gelişmeler içeride "PKK ile barış"; dışarıda, Suriye'de sona gelmekte olan savaş sonrası ülkeye ABD'nin istediği şeklin verilmesi PYD/YPG’ye  otonomi; Irak'daki gelişmeler (özellikle Barzani referandumu); Rusya ile Türkiye’nin  gelişen ilişkileri; Trump, önümüzdeki dönemde İran'a karşı sertleşeceği işareti veriyor. Bu durumda Türkiye'nin tutumu önemli.
Çağlayan'ın iddianameye 16 Nisan referandumundan sonra eklenmiş olması zamanlama bakımından ilginç. Çağlayan'ı da dava ile ilişkilendirecek bilgi ve belgeler muhakkak ki 16 Nisan'dan önce mevcuttu. Ancak, 16 Nisan'da arzu edilen sonucun alınmasını güçleştirebileceği kaygısıyla, iddianameye ekleme yapılması muhtemelen ertelendi. 
Çağlayan'ın ilave edilmesi ile Cumhurbaşkanı’na' ve hükümete "gözdağı" bir kademe yükseltilmiş oldu. Aslında ABD hamleleri başka adımlarla bir süredir devam etmekteydi. 
İddianamenin dikkatle okunması halinde görülüyor, bazı paragraflarda (örneğin 36) atılı suçlar zanlılarla ilişkilendirildikten sonra, atılı suçlara "başkaları (and others)"nın da katıldığından söz ediliyor. Bu "başkaları"nın kimler olduğu söylenmiyor. Bu durum, ileride -gelişmelere göre- başkalarının da iddianameye eklenebileceği izlenimi veriyor. Böylece ABD mengeneyi gerekirse daha sıkılabileceğini gösteriyor.
“The Others” arasında acaba gene müstafi bakanlardan Bayraktar’ın sözünü ettiği kendisine talimat veren kişilerde mi var? Bu tam da aba altından sopa göstermek.
Bekir Bozdağ bu konuyla ilgili son açıklamasında, Çağlayan'ın "Türkiye'nin çıkarlarını savunduğunu" söylemiş. Bozdağ, ilke itibariyle haklı. Devletin bakanı elbette "aman, ABD'nin çıkarına zarar vermeyeyim" diye kaygı duymayacak, Türkiye'nin çıkarları ne ise, onları savunacak ve yapacak. O nedenle, "ABD'nin çıkarına zarar verdiği ve ABD yasalarını ihlal ettiği" iddiasıyla bir Türk bakanın ABD'de yargılanmasına ilkesel olarak kararlı bir şekilde karşı çıkılması gerekiyor. Tamam da, bu "Türkiye'nin çıkarlarını savunanlar" milyonlarca dolar rüşvet aldığı ve kişisel çıkar sağladığı iddiaları ne olacak? Eksik orada!
Bu olayı irdelemesi, eleştirmesi gerekenler rüşvet ağını eleştirmeliler. Yoksa bu ülke de hiç kimse bir bakanı veya diğer “The others”ı Türkiye’nin menfaatlerini savundu diye suçlayamaz.
Konuyu, "Çağlayan'ın ABD'de yargılanmasını içime sindiremiyorum" gibi yüzeysel açıklamalarla geçiştirmek yerine, doğru çerçevede ve bütün boyutlarıyla değerlendirmek gerekiyor. Ne demek yani, Çağlayan "ABD'nin çıkarlarına zarar verdiği için" Türkiye'de mi yargılanmalı?
Eğer rüşvet olayı olmasa, Türkiye’nin hayati çıkarlarına zarar veren İran’a uygulanan ambargoya karşı çıkmak bir görevdir.