26 Mart 2012 Pazartesi

NE DEDİYSEK O

Değerli gazeteci Fikret Bila  22 Mart 2012 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde manşetten verilen haberinde, Hükümetin, artık  İmralı’da Öcalan, Kandil veya Avrupa’da PKK muhatap alınmayacağını ve ayrıca Anayasa değişikliğinde Kürt kimliği ve özerkliğe yer verilmeyeceğini açıkladı.    

Bu söylemler Hükümetin,   CHP’nin Genel Başkan değişikliğinden evvelki ve  ulusalcı kanat  tasfiye edilinceye kadar geçen dönemde ne söylemişse,  aynı noktaya geldiğini göstermektedir.

Baykal ve ulusalcılar tasfiye edilinceye kadar CHP, terör devam ettiği sürece teröristle görüşülmemesi gerektiğini tutarlılık içinde dile getirirdi.

Bugün hükümet, “İmralı’da Öcalan, Kandil’de veya Avrupa’da PKK muhatap alınmayacak” diyor. Geç ama doğru bir karar.

CHP’nin ulusalcı  kadroları  ne diyordu, terörist silah bırakıp, gelip Türk adaletine teslim olmadan, -tabii burada söylenen adalet, Habur kepazeliği değildir- hiçbir şekilde görüşülmez diyordu.

Baykal ve  bu satırların yazarı Oslo görüşmelerinin Yüce Divanlık suç oluşturduğunu söylerken, bazıları da AKP den bir adım önde görünmek için, “Oslo da PKK ile görüşmesini desteklediklerini, ama bunun halktan gizlenmesini eleştirdiklerini” söylüyorlardı.

Oslo görüşmelerinin kamuoyuna duyurulmasını istemek, terör örgütünü meşru muhatap kabul ettirmek arzusudur

Bugün gelinen noktada, düne kadar Oslo’da görüşmeler yapan Hükümet, doğru bir tavır sergileyerek, Oslo ve İmralı müzakere sürecinin bittiğini, silahlı mücadelenin süreceğini söylüyor.

CHP’de ulusalcılar yönetimdeyken,PKK ile mücadelede terör örgütü teslim oluncaya kadar silahlı mücadelenin en sert şekilde devam etmesi gerektiğini tekrarlardılar.

Türkiye terörü bitirmek için Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yaklaşma yollarını kontrol altına alarak, terörün lojistik desteğini kesmek zorundadır. Zira ne Sözde Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve ne de Irak Devleti terör örgütünün Türkiye’ye sızmasını engellemek için hiçbir çaba sarf etmemektedir.

Hükümet PKK sonucu kabullenip silahlarını teslim ettiğinde, yargısal sorumluluğu olmayanlarla ilgili nasıl bir prosedür uygulanacağının belirleneceğini açıklamış.

Elbette silahı bırakıp gelip adalete teslim olmuş,herhangi bir nedenle  örgüte katılmaktan başka bir eylemi olmamış bu ülkenin çocuğunu devletin bağrına basmasından daha doğru bir uygulama olamaz.

Devlet o yörenin gencini, bu ülkenin eşit, her hakka sahip ve siyaset yapmakta önü açık eşit yurttaşı olduğuna ikna etmek zorundadır.

Gerekiyorsa o bölgede kamu yatırımları yapmak, dışarıdan o bölgeye yatırım yapacak yatırımcıya da her türlü kolaylığı sağlayarak, o bölgedeki işsizlik bataklığını bitirmek zorundadır.

Siyasi İktidar, Yerel Yönetimlerin güçlendirileceğini söylemektedir. Siyasi İktidarın bugün geldiği noktaya CHP  yıllarca önce “Demokratikleşmeyi, modernleşmeyi, çağı paylaşmayı, insan onuruna saygıyı, eşitliği temel alan çağdaş bir yerel yönetim reformu yapılması” gerektiğini söyleyerek işaret etmişti.

Siyasal İktidar yeni anayasa çalışmalarında Kürt kimliği veya özerklik düzenlemesi olmayacağını açıklamıştır.

Bu, Genel Başkan değişikliğinden  ve ulusalcıların toptan CHP’den   tasfiye edilmesinden önce CHP’nin, her yerde ve her fırsatta dile getirdiği bir söylemdir.

Ulusalcıların egemen olduğu CHP daha 1989 yılında Kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuş; etnik köken farklılıklarına, kültürel çoğulculuğa, bireysel kültürel haklara saygı göstereceğini açıklamıştır.

CHP’nin ulusalcı kadroları görevde olduğu sürece özerkliğin ülkenin bölünmesine neden olacağını,  ama bunun yerine Belediye Meclislerinin gerçek işlev ve etkinliğine kavuşturulması gerektiğini söylemiştir.

İşte bunun içindir ki; köklerinden kopartılmamış, ulusalcı, Kemalist, emperyalistlerin güdümüne girmemiş, Kod numaralı CİA ajanlarının yönlendirmediği bir CHP, ister iktidarda ister muhalefette olsun Türkiye’nin güvencesidir.

 Bugün gelinen nokta bana 2007 seçimlerinde kullanılan “SEN HEP HAKLI ÇIKTIN SLOGANINI” hatırlattı.