4 Ekim 2019 Cuma

SURİYE KONFERANSI



Elli yıla yakın dış politikayla uğraşan bir gerçek aydın’ın partimizin Suriye Politikası ile ilgili görüşleri. Biz eleştirince kızıyorsunuz. Dışarıdan bakanlarda aynı şeyleri düşünüyor.
29 Eylül günü bir "Suriye Konferansı" düzenledi. Yapılan açıklamada, konferansın "Suriye sorununun çözümü için uluslararası düzeyde sürdürülen çalışmalara, mütevazı bir katkı sağlamayı, ancak her şeyden önce Suriye’nin komşuları ile sorunun temel dinamiklerini birlikte çözümlemelerine yardımcı olmayı amaçladığı" bildirildi.
Bu gerekçe, CHP'nin, mevcut yönetim altında hep yaptığı gibi, Türkiye'nin yaşamsal çıkarları doğrultusunda etkili politikalar geliştirip uygulayacak yerde, vakit geçirme amaçlı, havanda su dövmekle meşgul olduğunun itirafıdır. Suriye konusunda çok sayıda uluslararası forum zaten faaliyet halindeyken, CHP'nin adı sanı belirsiz 6-7 yabancı panelistin katılımıyla toplayacağı konferansın bunlara nasıl bir katkısı olacaktı? 
Nitekim, konferansın sonuç bildirgesi, genel nitelikli temenniler dışında, hiçbir somut unsur ihtiva etmiyordu. (Bu arada, CHP'nin resmi web sitesi bildirgeyi yayınlamaya lüzum görmediğinden, tam metni bulup okumak mümkün olmadı).
Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun konferansta yaptığı konuşma ile, bazı parti yöneticilerinin konuşmaları arasında çelişkiler bulunduğu basına yansıdı. CHP yönetiminin Suriye konusundaki çelişkileri yeni değil, sorunun başından itibaren var. 
Bu çelişkileri ana hatlarıyla özetlersek şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
-- Genel başkan 2011 başlarında Libya'ya emperyalist ülkelerin müdahalesine yeşil ışık yaktı, bunun, Suriye'ye yapılacak müdahalenin öncüsü olacağını göremedi. 
-- Suriye olayları başladıktan sonra, 2011 Kasım ayında, o zamanki yardımcısı, "Esad'ın gitmesi hedefine CHP katılmaktadır" açıklaması yaptı, hükümetin Esad karşıtlarıyla Türkiye'de toplantılar yapmasını da destekledi. Böylece, komşumuzun iç işlerine sorumsuzca müdahaleye göz yumdu..
--CHP yönetimi, milyonlarca sığınmacı Türkiye'ye akarken bunun yaratacağı çok yönlü ve uzun erimli tehlikeler hakkında halkı uygun şekilde bilinçlendirmek için parmağını kıpırdatmadı. Zayıf laflarla idare etti.
-- Genel Başkan, 2014 yılında, "YPG, terör örgütü değildir, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş oluşumdur" dedi. Bu sözler, Suriye'nin toprak bütünlüğüne açıkça aykırı idi. (Birkaç yıl sonra, bu kez YPG'nin terör örgütü olduğunu da söyledi)
-- Genel Başkan, Ayn Al Arab'ın (Kobani) İŞİD'den kurtarılması (ve PYD/YPG'ye teslim edilmesi) için TSK'nın müdahale etmesini önerdi. Bu açıklamadan sonra, o zamana kadar ayak sürüyen AKP hükümeti Barzani peşmergelerinin Türkiye üzerinden geçerek Kobani'ye gitmelerine izin verdi.
-- Genel Başkan yardımcısı son bir yıl içinde değişik vesilelerle yaptığı açıklamalarda, Türkiye'nin Suriye'deki "bütün aktörlerle" temas içinde olmasını önerdi. Bu "aktörlerin" devlet mi, devlet dışı mı olduğuna değinmedi. Nitekim, başka bir açıklamasında, PYD/YPG bileşkesinin bir ayrıma tabi tutulması gerektiğini, Türkiye'nin bunları birlikte anarak doğru yapmadığını söyledi ve YPG'nin bir terörist örgüt olarak kalabileceğini ancak, siyasi kanat olan PYD ile çalışılabileceğini demeye getirdi. Tam da ABD'nin istediği gibi... 
-- CHP yöneticileri son zamanlarda yaptıkları açıklamalarla, Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunması gerektiğini vurgulayarak, Türkiye'nin Şam rejimi ile işbirliği yapmasını öneriyorlar. Diğer yandan, ABD ile müzakereleri ve bir "güvenli bölge" tesisini destekliyorlar. Bu öneriler birbiriyle çelişiyor. "Güvenli bölge" veya hangi başka isim altında olursa olsun, belli bir bölgenin Şam yönetiminin egemenliğinden çıkarılmasının Suriye'nin üniter yapısına ve toprak bütünlüğüne vurulmuş darbe olacağının farkında değiller.
CHP'li yöneticiler ABD'nin Suriye'nin kuzeyindeki varlığının artık meşru olmadığının da farkında değiller.
Evet, BM Güvenlik Konseyi 2249(2015) sayılı ve sonraki kararlarıyla, yeteneği olan bütün üye ülkelerin, Irak ve Suriye'de Daesh ve türevleri ile mücadeleye katılmaya çağırmıştı. Dolayısıyla, Daesh ile mücadele edildiği sürece, ABD'nin Suriye'deki mevcudiyetinin uluslararası meşruiyeti vardı. Ancak, artık Daesh ile mücadele söz konusu olmadığına göre, bu meşruiyet ortadan kalkmıştır. CHP yöneticileri, Suriye'deki varlığı meşru olmayan ABD ile yapılan müzakereleri destekler konumdadır.
CHP'nin "top çevirmekten" vazgeçip, daha fazla vakit geçirmeden yapması gereken, AKP'nin ülkemizin uzun erimli çıkarlarına taban tabana zıt vahim Suriye politikasına alternatif politika geliştirerek, bunun uygulanmasının önünü açacak cesur adımları atmaktır.  Bu adımları belirleyip cesaretle atmak için, CHP gibi "devlet kurucusu" olan bir siyasi partinin "uluslararası konferans" düzenlemeye de ihtiyacı yoktur. 
Ancak, AKP'den ve yandaşı medyadan gelecek "katil Esed ile yan yanalar" eleştirisinden çekinerek yapmadılar, yapmıyorlar. Laf üretmekle yetindiler, yetiniyorlar. Tıpkı, "aman, mütedeyyin vatandaşları üzmeyelim" gereksiz kaygısıyla laikliğin rafa kaldırılmasına sessiz ve tepkisiz kaldıkları gibi.... (Bu tutumlarının başka örnekleri de vardır). 

CHP yöneticilerinin anlayamadıkları, siyasetin, "başkaları ne der" kaygısıyla değil, ilkeler doğrultusunda ülkenin çıkarını savunarak yapıldığıdır. "Aman, Saddam'cı görünmeyelim" gibi bir kaygı geçerli olsaydı, CHP'nin o zamanki yöneticileri Türkiye'nin Irak'a müdahalesine yol açacak 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesini sağlamazlardı.
Açıkça söyleyelim, "cesur adım"dan kastımız şudur: CHP, Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen Şam yönetimi ile doğrudan ilişki kurmalıdır. Bu şekilde, Şam yönetiminin mevcut sorunların çözümüne ilişkin düşüncelerini birinci elden almalı ve bunları Türk halkına duyurmalıdır.
Böyle bir tutum, Türk siyaseti bakımından da son derece meşrudur. Cumhuriyet geleneği, ana hatları itibariyle dış politikanın, iç siyasetin üstünde tutularak, iktidarda veya muhalefette olsunlar, bütün siyasi partiler tarafından benimsenip uygulanması şeklinde gelişmiştir. Bu Cumhuriyet geleneği AKP tarafından bozulmuştur. O itibarla, AKP'den gelecek eleştirilerin herhangi bir kıymeti olmayacaktır.
CHP, Şam ile doğrudan temas kurmadığı müddetçe, maalesef, bir yandan Türkiye'nin yaşamsal çıkarlarını savunmak, diğer yandan ise, ABD'ne hoş görünmek gayreti arasında yalpaladığı görüntüsü vermekten kurtulamayacaktır.