29 Ekim 2019 Salı

GÖZDEN KAÇAN

Türkiye-Suriye ilişkilerinin geleceği bağlamında yapılan tartışmalarda eksik bir taraf var gibi...


Son Soçi Muhtırasında atıf yapılınca, Türkiye-Suriye arasındaki 1998 Adana Mutabakatı yeniden gündeme girdi. Muhtıra'nın 4. maddesinde “her iki tarafın Adana Anlaşması’nın önemini teyit ettiği ve Rusya Federasyonu’nun mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracağı” kayıtlı..

Adana Mutabakatı’na göre Suriye şu yükümlülüklerde bulunmuştu:


--- PKK'nın silah, lojistik ve mali destek sağlamasına ve propaganda faaliyetlerine izin vermeyecek;

--- PKK'yı terör örgütü olarak ilan etti;

--- PKK'nın topraklarında eğitim kampı kurmasını ve ticari faaliyetlerde bulunmasını yasakladı;

--- PKK üyelerinin transit yollarla üçüncü ülkelere gitmesine izin vermeyecek;

--- PKK’lıların topraklarına girmesini engelleyecek ve gümrük yetkililerine bunun için talimat verecek.


Türk tarafının Soçi Muhtırasında Adana Mutabakatı’nın önemini teyid etmesi iyi bir gelişmedir. Şam yönetiminin toprakları üzerindeki egemenliği zımnen tanıdığımız anlamına gelir. Zira, Adana Mutabakatı’nda kayıtlı yükümlülüklerini hakkıyla yerine getirebilmesi, Şam yönetiminin sınırlarına ve topraklarının tümüne hakim olmasına bağlıdır. Şimdilik böyle bir hakimiyeti yok.


Türkiye ile Suriye arasında imzalanmış önemli başka bir metin daha var ve o metinden söz edilmiyor…


Suriye ile 2010 yılında Ankara’da "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması" imzalandı ve bu anlaşma Adana Mutabakatı geliştirerek, bir bakıma Mutabakat'ın yerini aldı. (***)

Adana Mutabakatı Suriye’ye tek taraflı yükümlülükler getirmişti. Anlaşma ise bundan farklı olarak, taahhütler arasında bir denge oluşturdu. Suriye'nin PKK'yı ve onunla ilişkili veya onun uzantısı olan örgütleri barındırmayacağı taahhüdüne karşılık, taraflar, karşılıklı olarak, başka terör örgütlerini barındırmayacakları yükümlülüğünü de üstlendi.


Buna göre, Türkiye ve Suriye, terör örgütlerinin;


-- Kamp, eğitim tesisi kurmalarına;

-- Militan toplama, lojistik destek sağlamalarına;

-- Kaçakçılık ve ticaret yapmalarına;

-- Propaganda yapmalarına;

-- Görsel ve yazılı basın faaliyetinde bulunmalarına;

-- Yasadışı sınır geçişi yapmalarına


izin vermeyecekler.


Suriye devletinin halen mutlak egemenliği altında olan bölgelerde PKK ve ilintili örgütler zaten yok.


Buna karşılık, AKP iktidarının "kuva-i milliye" olarak gördüğü Özgür Suriye Ordusu (yeni verdiğimiz isimle Milli Suriye Ordusu) içindekiler, Suriye bakımından terörist örgütlerin en hası! Bu örgütlerin anlaşmanın yasakladığı yukarıda sayılan faaliyetlerin neredeyse tümünü topraklarımızda icra ettikleri ve üstelik bu “ordu”yu büyük ölçüde Türkiye'nin finanse ettiği basında yazılıyor, söyleniyor...

Eylül 2015’de Esad'ın daveti üzerine Rusya’nın sahaya girmesiyle tablonun Esad rejimi lehine değişeceğini görülmeli ve Esad karşıtlığına dayanan politikalarda radikal değişiklikler yapılmalıydı. Küçük de olsa, bazı değişiklik emareleri ancak dört yıl sonra şimdilerde görülüyor. Ne var ki, Esad eskiye göre çok güçlü. İlişkilerin normalleşmesine doğru adımlar atılsa bile, bunların sonuçlandırılması konusunda koşulları olacak.

Örneğin Suriye 2010 anlaşmasına atıfla, "Milli Suriye Ordusu dediğiniz yapı içindeki örgütlerin faaliyetlerini engelle, Suriye vatandaşı olan teröristleri bize iade et, karşılığında biz de yükümlülüklerimizi yerine getirelim" derse ne olacak? İsteneni yapacak mıyız?



Bu anlaşma yürürlükte ise, işimiz zor...