14 Eylül 2018 Cuma

CHP’NİN NE SÖYLEYECEĞİ ARTIK HİÇ MERAK EDİLMİYOR


Bunca olan bitene, seçim başarısızlıklarına  rağmen, CHP yönetiminin etkisiz politika yapma anlayış ve yöntemlerinde bir değişiklik olmadığı görülüyor. 
Üst üste dokuz seçim kaybeden Genel başkanın ve dolayısıyla partinin  başarısızlığı artık tartışma konusu bile yapılmıyor. 
Politika sadece seçim döneminde ve seçim kazanmak için yapılmaz. Politika, iktidar olma çabasının yanında muhalefetteyken de  ülkeyi yönetenlerin yanlış karar ve uygulamalarına engel olmak için yapılan ve süreklilik gösteren bir uğraştır. Siyasi partilerin başarısı bu alanda gösterdikleri performans ile de ölçülür. Örnek mi istiyorsunuz işte örnek  1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de  reddinde CHP’nin gösterdiği ve başarılı olan çabası.
Şimdiki CHP yönetiminin muhalefet yapmaktaki notu da maalesef çok zayıf... 
Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yıllardır uyguladikları yanlış ekonomi, tarım, eğitim politikalarının hiçbirisine, laikliğin rafa kaldırılmasına, Balyoz gibi uydurma davalarla TSK'nın canına okunmasına, bütün askeri okulların kapatılmasına, ulusal bayramların etkisizleştirilmesi yeltenmelerine, yaygın yolsuzluklara, kamu varlıklarının peşkeş çekilmesine, EN SON OLARAK DA DEVLETİN AİLE ŞİRKETİ GİBİ YÖNETİLMESİNE ve  vahim dış siyaset hatalarına, devlete cemaatçilerin  doldurulmasına engel olamadı. Halkı bilinçlendirecek eylemler yapmadı. Sadece laf üretti. Hatta, laikliği törpüleyen, eğitimi tarikatların emrine vererek bilim ve akıldan uzaklaştıran uygulamalar karşısında yüksek sesle laf ettikleri bile duyulmadı.
Partinin etkisizliği o kadar kanıksandı ki, CHP'nin belli bir konuda ne söyleyeceği, ne yapacağı  artık ne içeride ne de dışarıda merak edilmiyor.
Yukarıda sayılan bütün konular hakkında partinin etkisizliği hakkında  örnek vermek mümkün. Örnek  olarak CHP yönetiminin Suriye konusunda baştan itibaren izlediği çelişkili, tutarsız, öngörüsüz, Türkiye'nin çıkarları ile uyuşmayan tutumuna bakalım... 
Kemal Kılıçdaroğlu emperyalist güçlerin 2011'de Libya'ya saldırısına arka çıktı. Bunun, Suriye'ye yapılacak saldırının öncüsü olacağını ve böyle bir müdahalenin Türkiye'nin güvenliğini tehdit edeceğini görmedi, göremedi. Hem de bir diplomat olan yardımcısı, Kasım 2011'de "Esad'ın gitmesi hedeftir ve bu hedefe CHP katılmaktadır" diyerek AKP'nin Suriye politikasını genel olarak destekledi. Kılıçdaroğlu PYD/YPG'nin terörist olmadığını, bu çetelerin "vatanını kurtarmak için oluşturulmuş örgüt" tanımını yaptı. Zannedersiniz ki bu örgütler Anadolu ve Rumeli Müdafayı hukuk cemiyeti.  Kobani'nin (Ayn Al Arab) İŞİD'den Türkiye'nin yardımı ile kurtarılarak -Şam yönetimine değil- PYD/YPG'ye teslim edilmesine onay verdi. Birkaç yıl sonra bu kez bu örgütlerin terörist olduğunu bildirdi. Doğrudan Esad'ı hedef alan ağır eleştiriler yaptı. Ama şimdi, Şam yönetimi ile görüşülmesini öneriyor. CHP yönetimi, milyonlarca sığınmacı Türkiye'ye akarken, bunun uzun vadede yaratabileceği çok yönlü  tehlikeler hakkında halkı bilinçlendirmek için parmağını bile kıpırdatmadı. Bu liste daha çok uzatılabilinir.
Bütün bunları, CHP genel başkan yardımcısının Tahran zirvesi sonrası 8 eylül 2018 günü yaptığı yazılı açıklamayı okuyunca hatırladım. 
Açıklama, İdlib sorununu, sanki tek başına ve aniden ortaya çıkmış gibi, bağlamından ayırarak ele almış. Yıllar içinde yapılan ve Türkiye'yi şimdi içinde bulunduğu açmaza sürükleyen zincirleme hatalar hakkında bir kelime dahi bir eleştiri getirilmemiş. Çelişkiler içinde, bir yandan ABD'ne çiçek atılırken, diğer yandan, Şam yönetimi ile temas edilmesi önerilmiş. Ama buna karşılık, tam da AKP'nin ve ABD'nin istediği gibi, Şam yönetiminin İdlib'i teröristlerden temizlemek için yapacağı operasyona karşı çıkılmış, statükonun devamı savunulmuş. Tahran sonuç bildirisinde PYD/YPG'nin terörist olarak yine nitelenmemiş olmasına dikkat çekilmemiş. Gerçeklerden uzak öneriler yapılmış. O zamanki ve şimdiki koşullar arasında hiçbir benzerlik olmamasına karşın, 1998 Adana Mutabakatı ruhuna dönülmesi tavsiye edilmiş.  
Velhasıl, her zaman yaptıkları gibi, dostların alış verişte görmesinin amaçlandığı şuradan da belli ki, kapsamlı bir basın toplantısı yapmaktan kaçınılarak, bu çok önemli konu bir yazılı açıklama ile savuşturulmuş. 
Hal böyle olunca, medya, yapılan bu yazılı açıklamayı haklı olarak neredeyse hiç görmemiş. Şimdi diyebilirler ki, "ne yapalım, medya tamamen yandaş, bize yer vermiyor". 
Nerede ise kırk yıllık bir basın avukatı olarak CHP yönetimine  hatırlatmak isterim ki; En yandaş medyanın bile görmezden gelemeyeceği ağırlık ve içerikte eylemli politikalar üretemiyorsanız, açıklamalar yapamıyorsanız, medyanın ilgisizliği konusunda kabahati önce kendinizde aramanızda yarar var. 
Ne var ki, yıllar içindeki çelişkili tutum ve açıklamalarından sonra bu yönetim görevde kaldığı müddetçe  nasıl tutarlı bir pozisyon alacak, o da ayrı bir mesele!