10 Ağustos 2018 Cuma

CAHİL BİLGİCİ



ABD'nin iki bakanımız hakkında aldığı karara Türkiye'de benzer bir şekilde yanıt verdi. 
ABD, yaptırım kararı hakkında yaptığı açıklamada, kararı sadece rahip Brunson'un tutukluluğu ile ilişkilendirmedi. Yaptırımları, "her iki yetkilinin Türkiye'deki ciddi insan hakları ihlallerinin sorumlusu olan hükümet kuruluşlarının başındaki kişiler" olmaları ile açıkladı. Bu açıklamada Brunson salıverilse bile, yaptırımların süreceğinin işaretini verdı.
Aslında sorun, iki bakana yaptırım uygulamasından ibaret değildi. Sorun, ABD'nin Türkiye'ye aşiret devleti muamelesi yapıyor olmasıydı. Maalesef bu muameleye gerekli bir yanıt verilemedi.
Onun yerine apar topar bir heyet Vaşington'a gönderildi. Heyetin ülkemiz lehine bir sonuç alamadı apar topar döndüler.Deneyimli ve de dürüst diplomatlar, “Türkiye her alanda sıkışmış durumdayken, ABD hiçbir mevzide geri adım atmaz!” diyorlar.
Dış politikada yaşanan son gelişmeler "İsmet İnönü'nün ünlü sözlerinden birisini anımsattı...
"Büyük devletlerle ilişkiler, ayı ile yatağa girmeye benzer" 
Maalesef ABD ve Rusya ile ilişkilerimizde geldiğimiz nokta tam da o, büyük devlet adamının tarif ettiği tabloyu yansıtıyor: AKP'nin hayalci, beceriksiz politikaları sonucu, artık üstelik bir değil, iki "ayı" ile aynı yataktayız. Ağır yaralar almadan oradan kurtulmamızın imkanı da bulunmuyor.
Marifet, büyük devletler ile ilişkileri "yatağa girilecek" aşamaya getirmeden düzenleyebilmekti. Tersi yapıldı, yatak aşamasına geçiş kolaylaştırıldı.
Türkiye gibi orta ölçekli gücü olan ülkelerin yöneticileri, akıllı iseler, ülkelerinin çıkarlarını büyük devletlerin çıkarları ile çatışır noktaya getirmekten özenle kaçınırlar. Sorunları, o noktaya gelmeden çözmeye çalışırlar. Çıkar çatışması halinde, büyük devletlerin vereceği zararın, kendi ülkelerinin karşılık olarak verebileceği zarardan çok daha büyük olacağını bilirler.
Deneyimli diplomatlar o diplomatik nezaket ve zarafet içinde “Maalesef ülkemizin yöneticileri hem ABD, hem Rusya ile ilişkilerde bu temel dış politika kuralını gözardı ettiler.” derler. Derler ama işin aslı “gözardı” etmek değil, cahil bilgici  olmalarıdır
1 Mart (2003) tezkeresi TBMM'de kabul edilseydi, onbinlerce ABD askeri zaman bakımından ucu açık şekilde Türkiye'nin en duyarlı bölgesine yerleşecek ve kısa süre içinde çıkar çatışması (belki sıcak çatışma) daha o vakit kaçınılmaz hale gelecekti. O zamanki CHP yönetiminin basireti ve öngörülü yönetimi böyle bir gelişmeyi TBMM'de engelledi.
Ancak, iktidar ve TBMM böyle bir basiretli davranışı Suriye olayında sergileyemedi. Çünkü o tarihte CHP’nin başında artık o basiretli ve öngörülü kadrolar yoktu. Aksine, Arap Baharı'nın ve ABD'nin dolduruşuna gelerek, Şam'da bir Müslüman Kardeşler iktidarı kurabileceğini hayal ettiler. ABD'nin asıl amacının, Kürt koridorunu oluşturabilmek için  Suriye'nin bölünmesi ve Irak'da başlatılmış olan Kürdistan projesinin Suriye'ye de ilerletilmesi olduğunu, bunun bir aşamada kaçınılmaz şekilde Türkiye ile ABD arasında derin bir çıkar çatışmasına neden olacağını görmediler.
2011 yılında Suriye olayları başlayana kadar ABD ile ilişkilerimizde esaslı bir sorun yoktu.
Olaylar başladıktan sonra Suriye, ABD ile aramızdaki sorunların anası haline geldi.
Türkiye ilerletilmekte olan Kürdistan projesine direndikçe, ABD, Zarrab  Halkbank, İran ambargosu gibi Suriye dışı baskı vasıtalarını devreye soktu. Suriyeli sığınmacılara yok canından 40 milyar dolar harcayan Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik çöküntü ABD'nin işini kolaylaştırdı.
İktidarın ABD baskısına karşı Rusya ile ilişkilere yönelmesi çözüm olmadı; aksine, ilişkileri daha da karmaşık hale getirdiği gibi, Rusya'ya da bağımlılık oluşturdu.
Türkiye şimdi ABD ve Rusya'nın birbirleriyle çelişen çıkarları arasında çaresiz durumda. Rusya'ya yaklaşsa ABD'nin gazabını, ABD'ne yanaşsa Rusya'nın gazabını üzerine çekecek, çekiyor.
Türkiye çok zorda..