Türkiye’nin dış politikası 1923 den AKP
iktidara gelinceye kadar, bulunduğu jeopolitiğin sınırlamalarının farkında
olarak, buna uygun, ılımlı ve gerçekçidir.
Küçük Asya macerasından sonra bile “Megali
İdea”yı Anadolu topraklarına gömdüğünü düşünen Türkiye, Yunanistan’la ilişkilerini
dostluk temeline oturtmaya çalışmıştır.
O kadar ki, Atatürk Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından
Nobel Barış ödülüne aday gösterilmiştir.
Boğazlar rejimi ve Hatay sorunlarının
çözümlerinde de maceracı bir yola hiç başvurulmamıştır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini
kendine prensip edinen Türkiye, uluslararası barış ve güvenlik çabalarının
hemen hemen tümüne katılmıştır.
Yani kendisini yalnızlığa itecek tüm
davranışlardan özenle sakınmıştır.
Sıfır sorun slagonuyla başlayan AKP iktidarının
dış politika serüveni sonunda ülkeyi tüm komşularla ihtilaflı hale getirmiştir.
Yaşadığımız olaylara bir göz gezdirirsek,
“Düveli muazzama” nın önünde,utanç verici bir biçimde, onların dikte ettirdiği, Ermenistan Protokolü’ne
rağmen Ermenistan sorunu çözülememiş bir durumda.
İran ile yüz yıllardır devam eden sorunsuz komşuluk
ilişkileri, Türkiye’nin bölgede mezhepçi bir anlayışla Müslüman Kardeşler
Örgütü’ne verdiği destek nedeniyle iyice gerginleşmiş durumda.
Irak ile ilişkiler, buradaki iç
çatışmalarda dinci mezhepçi anlayışla taraf tutulması nedeniyle son derece
gergin ve sorunlu.
Suriye’deki iç savaşta, hükümet karşıtı
güçlere maddi manevi destek verilerek,
rejimi devirme çabası nedeniyle, zorlukla
kurulmuş olan dostluk ilişkisi tamamıyla bozulmuş durumda
Yunanistan’la aramızda var olan Kıbrıs
ve Kıta sahanlığı sorunları uyutulmaya
bırakılmış durumda.
12 Mayıs 2013 tarihinde yapılan
Bulgaristan seçimlerinde, Türk kökenli Bulgar vatandaşlarının Partisi olan “Hak
ve Özgürlükler Partisi” karşısında, AKP
iktidarı Bulgaristan’da kurdurduğu
“Hürriyet ve Şeref Halk Partisi” ni alenen, kamu görevlilerini kullanarak desteklemiştir.
Bu bölünme Bulgaristan’da yaşayan Türk
soydaşlarımızın elini zayıflatacağından Bulgar Hükümeti şimdilik buna sessiz
kalmıştır.
Çevremizde iyi ilişki içinde olduğumuz
tek devlet kalmamıştır.
Mısırdaki iç çatışmalarda, olayı
algılayamayan, Mursi’nin kendi dikta rejimini kurmak istemesi nedeniyle, halkın
buna karşı isyan etmesinde, Mursi’den yana
taraf tutan Türkiye, Orta Doğu’nun en önemli siyasal aktörlerinden
biriyle de ilişkilerini bozduğu gibi,özgürlük ve demokrasi mücadelesi yapan,
Mısır halkının da düşmanlığını kazanmıştır.
Suudi Arabistan ve Katarla da Mısır konusunda ters düşülmüştür.
Hamas’ın kontrolündeki Gazze’ye
uygulanan ambargoyu delmeye çalışan ve bu nedenle de İsrail ile olan ilişkileri
bozan da AKP hükümetidir.
Yani hükümet, kendi uyguladığı,
derinliği olmayan, sığ ve tehlikeli dış politika tercihleriyle Türkiye’yi
yalnızlığa mahkûm etmiştir.
Bu uygulanan, gerçekçi olmayan dış
politika tercihleri Türkiye’yi sadece yalnızlığa itmemiş, aynı zamanda İsrail
ve Amerika’nın da “şamar oğlanı” haline getirmiştir.
Son İsrail ve ABD açıklamaları bir ülke
açısından tam bit utanç vesilesidir.
Başbakan’a hakaret edilmesi, Başbakan’ın
şahsından ziyade, Türkiye’nin uluslararsı itibarına indirilmiş yeni ve ağır bir
darbedir.
İşin ilginç bir diğer yanı da,
Hükümet, Suriye’nin “Kimyasal silah” kullanıldığı yolundaki ciddi bir kanıta dayanmayan iddialarını, uluslararası alanda ve uluslararası camiadan
önce ortaya atmasına, Ana muhalefet partisi de bayram ve yurt dışı tatillerinden dönememiş
olmaları nedeniyle bir tepki vermemiştir.
Tatilleri bitince muhakak çok güçlü bir
tepki vereceklerdir.
Bu arada Başbakan’ın danışmanı ülkenin
sürüklendiği yalnızlığı, toparlamaya çalışırken bu kez de yanlış bir söylemle,
bu durumu “ değerli yalnızlık” olarak nitelemiştir.
“Yalnızlık”, bir ülkenin bilinçli olarak
kendisini yalnızlaştırması uygulamasıdır. Aynen ABD’nin Ünlü Monreo Doktrini
sonrası Avrupa işleriyle ilgilenmemesi ve Avrupa işlerine karışmaması gibi,
yani iradi bir durumdur.
Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlık,
kendi iradesi sonucu değil, kendi yanlış politikaları sonucudur.
Bu yalnızlık ve ordunun, özellikle de Türk Donanmasının içine
düşürüldüğü durum Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail tarafından fırsata
çevrilmiş, uluslararsı deniz hukuku kuralları çiğnenerek, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi ve İsrail Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak sahibi olduğu alanlarda
petrol ve doğalgaz aramaya başlamışlardır.