11 Haziran 2019 Salı

AYILARLA YATAĞA GİRMEK




ABD Savunma Bakan vekili Patrick Shanahan'ın Bakan Akar'da gönderdiği 6 Haziran 2019 tarihli mektupta şu hususların altı çiziliyor:
ABD iki ülke arasındaki diyaloğa ve stratejik ortaklığa büyük değer vermektedir;
Türkiye'nin S-400'ler konusunda eğitim için Rusya'ya personel göndermiş olduğunu öğrenmek bizim için hayal kırıklığı olmuştur;
Türkiye S-400 sistemini satın alması halinde, iki ülke, Türkiye'nin F-35 programına katılımını sonlandırmak için bir plan geliştirmelidir;
Türkiye S-400 sistemini teslim alması durumunda F-35 uçakları Türkiye'ye verilmeyecektir;
Türkiye'nin F-35 programına katılımını 31 Temmuz tarihine kadar askıya alacak bazı eylemlerde bulunacaktır. Bu çerçevede, halen eğitim gören Türk personelin bazılarının bu eğitimi  31 Temmuz'de kesin olarak ayrılmalarından önce tamamlamaları mümkün olabilecektir. O tarihten sonra yeni eğitim programı öngörülmemektedir. F-35 katılımcı ülkelerin 12 Haziran günü yapılacak yıllık CEO'ları toplantısına Türkiye davet edilmeyecektir;
F-35 hakkındaki eylemler Rusya bağlantılı "Amerika'nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Gelmek Yasası (CAATSA)" çerçevesindeki yaptırımlardan ayrıdır. S-400'leri alması halinde Türkiye'ye bu yasa çerçevesinde yaptırımlar uygulanması konusunda her iki partinin de desteğini alan güçlü bir kararlılık Kongre'de mevcuttur;
Türkiye'nin S-400'leri alması, F-35 gibi platformların güvenliğini tehdit etmesine ek olarak, Türkiye'nin ABD ile ve NATO çerçevesindeki işbirliğini ilerletme veya idame etme yeteneğini engelleyecek, Türkiye'nin Rusya'ya ekonomik ve stratejik bakımdan fazlasıyla bağlanmasına yol açacak, Türkiye'nin pek yetenekli savunma endüstrisini ve iddialı ekonomik gelişim hedeflerini de baltalayacaktır;
Bu yola devam edilmesi, istihdamda, milli gelirde ve uluslararası ticarette kayıplara yol açacaktır;
CAATSA yaptırımlarının uygulanması halinde ABD-Türkiye arasında ticaretin geliştirilmesi hedefine de ulaşılamayacaktır.
Hiç bir esneklik içermeyen bu mektup açıkça bir ültimatom niteliğindedir. Türkiye'nin S-400 sistemini "teslim alması" halinde 31 Temmuz 2019 tarihinden sonra F-35 programından çıkarılacağı, kesin olarak ifade edilmektedir.

Tehdit bununla da kalmıyor. Türkiye'nin S-400 sistemini edinmesi halinde ABD ile olan ve NATO çerçevesindeki işbirliğinin engelleneceğinin ve yaptırımlara muhatap olacağının güçlü işareti veriliyor. 
Bu yapılırken, Türkiye'nin, yumuşak karnı haline gelen krizdeki ekonomisi üzerinden vurulacağı duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya konuluyor.
Türkiye'nin içine düşürüldüğü ekonomik çöküntünün emperyalist ülkeler tarafından dış ilişkilerinde Türkiye'den tavizler koparmak için istismar edileceği esasen kolayca tahmin edilen bir durumdu. 
Nitekim, kolay unutuldu, Trump 13 Ocak tarihindeki bir Twitter mesajında, "(Suriye'deki) kürtleri vurmaları halinde Türkiye'yi ekonomik olarak mahvedeceğiz" tehdidini savurmuştu.
Ekonomi istismar edilerek istenecek tavizler, belli ki, şimdiye kadar açık edilen Suriye ve  S-400'lerle sınırlı kalmayacak. Kıbrıs, Ege sorunları Doğu Akdeniz ihtilafları ve diğerleri ile sürdürülecek.
ABD savunma bakanının mektubu bu kadar ciddidir ve vahimdir.
Hal böyle iken, Milli Savunma Bakanlığı konu hakkında bir "açıklama" yaptı:
“ABD Savunma Bakan Vekili (Patrick) Shanahan tarafından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'a bir mektup gönderilmiştir. İki ülke arasındaki savunma ve güvenlik konularını kapsayan söz konusu mektupta, mevcut sorunlara stratejik ortaklık çerçevesinde ve kapsamlı güvenlik işbirliğini muhafaza edecek şekilde bir çözüm bulunması yönünde beklenti dile getirilmekte ve görüşmelere devam edilmesinin önemi ifade edilmektedir”
MSB'nin "açıklama"sına bakınca, her satırı tehdit içeren ABD mektubunun vahametinin kavranamadığı veya insanların zekası ile alay edildiği sonucuna varmak mümkün. 
Mektupta "sorunlar" değil, tek sorun konu ediliyor, o da Türkiye'nin S-400 sistemini almasıdır. Mektup, Türkiye'nin bu sistemi alması halinde, olası yaptırımlar dahil, sonuçlarına katlanacağı tehdidini savuruyor. Mektupta, bu konunun özü hakkında görüşmelere açık kapı bırakılmıyor. Görüşmelerin, S-400 sisteminin alınması durumunda, F-35 programından Türkiye'nin nasıl ayrılacağına ilişkin ayrıntılar üzerinde olacağına vurgu yapılıyor.
Mektup, Türkiye'nin F-35 programından dışlanmasını S-400 sistemini "teslim almasına" bağlayarak, sistemin alınıp "depoya konması" seçeneğini de baştan kabul edilmez buluyor.

Türk dış politikasının AKP eliyle içine sürüklendiği açmazlara bakınca, İnönü'nün ünlü "büyük devletlerle ilişki kurmak ayı ile yatağa girmeye benzer" sözünü hatırlamamak olanaksız.
ABD ile birçok konu üzerinden esasen "yatağa girilmiş" olması yetmiyormuş gibi, Rus uçağının düşürülmesi ile başlayan ve sonrasında da devam eden yanlışlıklar, işi, Rusya ile de yatağa girilmesi sonucuna vardırdı. Şimdi bir değil, iki büyük devletle aynı yataktayız. Üstelik, bu iki büyük gücün Türkiye üzerindeki çıkarları birbiriyle çatışıyor.
Vahim yanlış, bir kısmını (Suriye gibi) kendimizin yarattığı bazı sorunların istediğimiz yönde çözümünde ABD'ne baskı icra edebilmek amacıyla Rusya ile savunma alanında stratejik işbirliği tesis edilmesi girişimidir. 
Şimdi deniliyor ki: "Türkiye soğuk savaş döneminde de Sovyetler Birliği yakın işbirliği yapmıştı. O sayede birçok sınai tesisini SSCB teknolojisi ile kurmuştu. Şimdi de Rusya ile işbirliği yapılabilir. Bu durum NATO üyeliği ile çelişmez".
Bunu söyleyenler, savunma alanında stratejik işbirliği yapmakla, ekonomik ve ticari işbirliği yapmak arasındaki niteliksel büyük farkı görmezden geliyorlar. Türkiye soğuk savaş döneminde SSCB ile ilişkilerini, siyasi ve diplomatik maharetle, NATO üyeliğine halel getirmeden, "kompartımanlara" ayırabilmişti. 
Devletimizin vazgeçilemez yaşamsal çıkarının söz konusu olduğu 1974 Kıbrıs Barış Harekatı dışarıda tutulursa, Cumhuriyet diplomasisi, büyük güçler ile ilişkilerini uçurum kenarına getirmeden yönetebilmişti.
"Monşer" diplomasisi aşağılanarak terk edildiğinden beri Türkiye o maharetten yoksun kaldı.
Neticede olan, on yıllardır Türkiye'nin sahip çıktığı ve  büyük özveriyle koruduğu yaşamsal çıkarlarına olacak. Çok yazık!
 Bu vahim gelişmeler olurken CHP'den de hiç ses çıkmıyor. Zamanında Johnson’un mektubuna en sert cevabı veren CHP’den bugünkü CHP’ye