7 Mayıs 2019 Salı

İSTANBUL SEÇİMLERİNİN YENİLENMESİNİN SONUÇLARI



Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan Yüksek Seçim Kurulu İstanbul seçimlerini iptal etti. İptal ettiği kararı bile kendileri açıklayamadı, açıklama önce Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Yüksek Seçim Kurlundaki temsilcisinden geldi, sonra da  halkın önüne çıkamayan Yüksek Seçim Kurulu üyeleri kararlarını yazıl açıklama ile kamuoyuna duyurdular.
Bunun anlamı Yüksek Seçim Kurulu üyeleri verdikleri karardan rahatsızlar ki, kameraların önüne geçip kendi kararlarını göğüslerini gere gere açıklayamıyorlar.
İstanbul'da yenilenecek seçimin, CHP başta, muhalefet tarafından boykot edilmesi gerektiği bazı kişiler tarafından dile getiriliyor. Seçimin boykot edilmesi halinde ancak yeni seçilecek belediye başkanının meşruiyeti tartışılır hale getirilebilir, Türkiye ve dış dünya çapında etkisi sınırlı kalır.  Dolayısıyla, yapılacak hamlenin İstanbul seçimlerini boykot etmenin çok ötesine gitmesi gerekir.
Nitekim Kılıçdaroğlu'na atılan yumruk hadisesinde görüldüğü gibi, bir "kontrollü kargaşa" çıkartılması AKP iktidarının daha doğru bir ifadeyle tek adam rejimin işine gelecektir. İktidar da bunun beklentisi içindedir.  Böylece bütün tıkanmışlıkların ve olumsuzlukların sorumluluğu bakımından bir adres yaratılmış olacaktır. O nedenle, Millet ittifakı mensuplarının çok dikkatli davranıp provokasyona gelmemeleri  gerekmektedir.
Yüksek Seçim Kurulu’nun  verdiği bu  karar elbette Türk demokrasi tarihine bir karar leke olarak geçecektir ama, bu olaya salt iç siyaset açısından bakmak büyük bir yanlış olur. Bu karar diş siyaset açısından da sorunlar yaratacaktır.
Tek adam rejim tıkanmış, ekonomi çökmüş, dış politika çıkmazda, hukuk devleti bitmiş, Anayasa ayaklar altında, Türkiye her önüyle duvara toslamış vaziyette. Bu tablonun sorumluluğunun "dışarıdan yapılan saldırılara" bağlanması da artık kimseye hatta AKP’yi destekleyenlere de inandırıcı gelmiyor.
 Uluslararası ilişkiler  açısından da bu dakikadan sonra Türkiye’ye büyük siyasi baskılar yapılacaktır. Nitekim bunun ilk işaret fişeği,  NATO komuta değişimi törenine Kıbrıs Rum temsilcisinin de davet edilmesidir. NATO üyesi olmayan bir devletin resmi NATO faaliyetine daveti ilk defa oldu. Bu durum, oybirliği  ile karar alan NATO'da Türkiye'nin "veto" yetkisinin etkisiz kılınması anlamına gelmektedir. Ve ilerisi  için çok kötü bir örnek oluşturacaktır. Bu yapılanın arkasında ABD'nin olduğunu görememek için kör olmak gerekir. Zira Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin temsilcisini oraya Amerikalı komutan kendisi davet etmiştir. Bu davetin ABD Yönetiminin hatta Trump’ın haberi olmadan yapılmış olması mümkün müdür?
Elbette değildir.
 Ama böylesine vahim bir gelişmeye rağmen Türkiye  Cumhuriyeti Yönetimi, birilerini kızdırmamak için mümkün olan en alt düzeyde -Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün bir soruya verdiği yanıt ile- tepki verdi.
Dış siyasette baskı sadece bununla sınırlı kalmayacaktır. Nitekim Avrupa Birliği ve ABD arka arkaya açıklamalar yaparak Türkiye'nin doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına başlamasını "Kıbrıs'ın ilan ettiği münhasır ekonomik bölgenin ihlali" anlamına geldiğini bildirdiler ve bu çalışmaları durmasını kuvvetle talep ettiler. Bunlar da Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamalarıyla geçiştirildi.
Hatta hukuk devletinin büyük yara alması nedeniyle Avrupa Konseyi Türkiye’nin üyeliğini bile askıya alabilir.
Bu gelişmeler olurken, Trump'ın önümüzdeki aylarda Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştireceği bildiriliyordu. "Aman o ziyareti tehlikeye düşürecek bir adım atmayalım" kaygısı, duvara toslamış AKP iktidarı tarafından  Türkiye'nin çıkarlarının çok daha güçlü şekilde savunulmasını engelledi.
Oysa, Türkiye'nin yüksek çıkarları her koşulda savunulmalıdır. Öyle yapılmazsa ülkemizin menfaatlerine zarar verecek taleplerin arkası alınamaz.