29 Mart 2019 Cuma

DEMOKRASİ ERDEMDİR.



Son yıllarda, Atatürk’e saldırmayı göze alamayanlar, onun en yakın silah ve siyaset arkadaşı, demokrasinin erdem olduğuna inan İsmet İnönü’ye yalan yanlış saldırmayı ve saldırtmayı siyaset yapmak zanneden bir kısım zavallılar ortalarda cirit atıyorlar.
Ünlü Siyaset Bilimci Dankwart A. Rustow ise İnönü’yü “Dünyada elindeki ancak bir diktatörde bulunabilecek gücü demokrasiyi gerçekleştirmek için feda eden tek devlet adamı olmanın eşsiz onuruna sahip” kişi diye tanıtmıştır.
Tabii bu tanıtım ancak, demokrasi aşığı  bir devlet adamı için yapılabilinir.
Gerek Atatürk ve gerekse İnönü, Devlet mekanizmasını tek insanın kaderine bağlayan sistemden mutlaka sıyrınılması gerektiğine inanırlardı.
İnönü Mayıs 1945’te, çok partili rejime geçmenin neden acil bir ihtiyaç olduğunu “ Tek parti rejimleri, normal demokrasi usulleri ile idare şekline intikal etmedikleri, hiç değilse bu zaruri olan intikali tam zamanında yapmadıkları için yıkılmışlardır.”  sözleri ile açıklamıştır.
İnönü’nün en büyük rakibi Celal Bayar bile onun demokrasiye olan inancını şu sözlerle teyit ediyordu.  “İki jandarma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve memlekette hiçbir şey olmazdı. Fakat ben İsmet İnönü’nün bunu arzulamadığından emindim.” demek erdemini göstermiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Beşinci Büyük Kurultayında, İnönü temel hedefinin, gelecek kuşaklara “siyasi hayatında ilerlemiş bir millet “ bırakmak olduğunu söyledikten tam 11 yıl sonra 1950 seçimlerini kaybedip, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra kısa ve öz bir cümleyle nasıl bir demokrasi aşığı olduğunu  Yenilgim en büyük zaferimdir” diyerek ortaya koymuştur.
Geçmiş siyasi tarihimize ait bu anımsatmaları yapmanın sonrasında günümüzdeki söylemlere bakınca, demokrasiyle, demokrasi idealiyle hiç alakası olmayan  sözlerin  havada uçuştuğu görülecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yargının Yavaş’la ilgili kararı kenara konulacak bir şey değil. (Seçilmeye engel hangi karar olduğunu söylemiyor)  Bu seçime böyle girebilse dahi seçimden sonra çok ciddi bir bedeli kendisi ödeyeceği gibi Ankaralı hemşerimizi de ödetme durumuna düşürür” ifadelerini kullanmaktan kaçınmamıştır.
Tabii Cumhurbaşkanı böyle konuşunca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da kendisini Yüksek Seçim Kurulu’nun da üstünde görerek, PKK ile bağlantılı isimlerin aday listelerinde yer aldığı yönündeki iddialarla ilgili "Ben İçişleri Bakanıyım, bu PKK'lılar seçilirse göreve başlayabilirler mi başlayamazlar mı siz bana sorun" diyebilmiştir..
Bu sözlerin sahipleri kendileri ile çelişir haldedirler. Bunlar değil miydi “Seçimle gelen seçimle gider” diyen. Şimdi de bunun tam aksini söylüyorlar. Seçimle de gelsen ben seni o makama oturtmam, diyorlar.
AKP Genel Başkanı ve parti sözcüleri, partilerinin seçimlerdeki şansını yükseltmek için zarif olmayan söz ve davranışlarda bulunuyorlar.
AKP Genel Başkanı Siyasi nezaket kurallarını çiğneyerek Meral Akşener hakkında "Mahalle köşelerinde sakız çiğnemeyi bile bilmeyen zilli Meral ülke yönetecekmiş. Hadi oradan Kemal'in eteklisi."  Diyebiliyor.
Siyasi hayatımızın en çalkantılı dönemlerinde bile böyle bir üslubun hiç kullanılmadığını herkes hatırlayabilecektir.
Asıl üzücü olan bundan 70 sene önce bir devlet adamı çıkıp, “Yenilgim en büyük zaferimdir” diyebiliyor iken, günümüz siyasetçisi de "Mahalle köşelerinde sakız çiğnemeyi bile bilmeyen zilli Meral ülke yönetecekmiş. Hadi oradan Kemal'in eteklisi."  Diyebilmesidir.
Demokrasilerde seçimler ülkenin önemli meselelerinin tartışılması için bir nedendir. Ama Milletin bu tartışmalarda beklediği nezaket ölçülerinin aşılmamasıdır.
Eğer tartışma üslubu böyle devam ederse toplum çöker. Çöküntünün altında sadece bu kabul edilemez üslubun sahipleri değil,hepimiz kalırız.