15 Temmuz 2016 Cuma

DEMOKRASİYİ SAVUNMAK


Demokratik hukuk devletinde insanlar güven ve mutluluk içinde yaşamak isterler.
Bunu sağlayan ise iktidarların, anayasa ve anayasalar üstü  hukuk kurallarına bağlılığıdır.
Tayyip Erdoğan ve onun güdümündeki siyasi iktidar Anayasayı açıkça çiğnemektedir.
Bizim Anayasamıza göre kuvvetler ayrılığı prensibi geçerlidir. Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinden bağımsızdırlar.
Parlamenter rejimlerde iktidarı oluşturan parti veya partiler yasama meclislerinde çoğunluğu sağladıklarından, yasama, yürütmenin güdümündedir.
Bu nedenle kişi özgürlüğü bakımından en büyük güvence yargı bağımsızlığıdır. Eğer bir ülkede gerçekten bağımsız bir yargı varsa, kişi güven içindedir.
Ama eğer yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılırsa  artık iktidarı, keyfilikten ve zorbalıktan alıkoyacak demokratik bir güç kalmaz.
Tayyip Erdoğan ve güdümündeki hükümet, yasamaya da egemen olduğu için yargı bağımsızlığını da ortadan kaldıracak, yargıyı da doğrudan kendine bağlayacak  yasal düzenlemeleri yapma yolundadır.
Bunu yaparken de, düne kadar bütün hukuksuzlukları beraberce yaptıkları, “Paralel Devlet” ile mücadele ediyoruz, söyleminin arkasına sığınmaktadırlar.
Bugün yargıda, bürokraside “Paralel Devlet” yapılanması var ise bu AKP iktidarının buna destek vermesi  sayesinde olmuştur.
12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile yargı ile oynanmış ve yargı bugün şikayetçi oldukları noktaya getirilmiştir.
Sırf Yüksek yargıya egemen olabilmek için bir anda Yargıtay ve Danıştay da ki üye sayısını şişirdiler.
Şimdi de kendi elleri ile Yüksek Yargıya üye yaptıkları “Paralel Devlet” yapısının üyeleri olduğunu iddia ettikleri,  üyelerin üyeliğini anayasaya aykırı yöntemlerle düşürmeye çalışmaktadırlar.
Bu hukuksuzluğa yüksek yargıdan çok çılız ve çok geç kalmış bir tepki geldi.
“Ses çıkartmazsam bana dokunmazlar” düşüncesinde olan ve  Yüksek Yargıç sıfatı taşıyan bu şahısları gördükten sonra, onlar   buna layıkmış diye düşünmemek elde  değil.
Ama tam aksine davranan, bu onurlu mesleğe layık  yargıçlar bu ülke de hep oldu.
Dönem tek parti dönemi, büyük hukuk devrimcisi Mahmut Esat Bozkurt Adalet Bakanı olarak Afyon’a gider. Bir  Hakim kendisini karşılamaya gelmez.
Bugün olduğu gibi, o günde yardakçılar vardır ve O, onurlu hakimi Mahmut Esat’a ispiyonlarlar.
Büyük hukukçu, ispiyoncuya kızar “Hakim kimsenin ayağına gitmez,ben hakimin ayağına giderim” diyerek kendisini karşılamaya gelmeyen hakimi ziyarete gider.
Nerede öyle hakim, nere de öyle siyasetçi.
Bu ülkenin, kralın elini öpmeye giden değil, kralı ayağına getiren hâkime ihtiyacı var. Böylesi kaldı mı şimdi onu, “zorunlu” kaçak saray çağrısında  göreceğiz.
Bugünkülerin bu tepkisizlikleri nedeniyle, başkanları “çay toplatmaya” da götürülür, Cübbeleriyle kaçak saraya da çağrılırlar.
 Burada “Davet” kelimesini bilerek kullanmadım. Davet kişiliğine saygı duyulanlara yapılır, emrindeki kişiler ve kişiliğine önem verilmeyen insanlar sadece çağrılırlar.
Yargının siyasi iktidarın emrine girmesi aslında vatandaşın “hukuk güvenliğinin” ortadan kalkmasıdır.
Zira hukuk güvenliğini sağlayan “hakim güvencesi” yargıç sınıfına tanınan bir lütuf, bir imtiyaz değil, vatandaşın hukuk güvenliğinin teminatıdır.
Hukuk güvenliğinin ortadan kalkması, iktidarı keyfiliğe ve zorbalığa yönlendirecektir.
Keyfiliğe ve zorbalığa sapılması, yalnız bir azınlığın  zora başvurarak darbeyle  devlet gücünü ele geçirmesiyle olmaz, aynı zamanda demokratik yol ve vasıtalarla iktidara gelenler, sonradan yasama ve yürütme de açık yahut gizli bir darbe ile VEYA HUKUA AYKIRI YASALARIN YARDIMI İLE BİR MÜSTEBİTE DÖNÜŞEBİLİRLER. Yani anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruiyetlerini kaybedebilirler.
İşte bu durumda, demokrasiye özümsemiş insanların demokrasiyi, hukuka uygun yol ve vasıtalarla  savunması, hukuku alenen çiğneyene karşı direnmesi hem hakkı ve hem de görevidir.
Demokrasiyi savunmak, onu yok etmeye çalışana karşı direnmek, hukuka uygun davranmasını sağlamaktır.