40 yıldan fazla meslek
hayatını diplomasiye vermiş bir dostumun mektubunu sizlerle paylaşmak
istiyorum.
“Vahim dış politika
yanlışlarının bizi içine düşürdüğü Suriye çukuru gittikçe derinleşiyor...
BM Güvenlik Konseyi,
insani amaçlarla, "gecikmeden uygulanmak üzere", en az otuz gün
süreli bir ateşkes kararını 24 Şubat günü oy birliği ile kabul
etti. Bu karar, bütün üyeler için bağlayıcı.
Karar:
-- ateşkesin Suriye'nin tümü
için geçerli olacağı hükmünü taşıyor;
-- İŞİD, Al Kaide, Al
Nusra ve bunlarla bağlantılı olan gruplarla, ve BMGK tarafından
tanımlanan diğer terörist gruplarla, mücadele ateşkes kararının dışında
tutuluyor;
-- insani yardımların
kesintisiz ulaştırabilmesi bakımından, yerleşim yerlerine uygulanan ablukaların
kaldırılması hükmünü amir;
-- bütün ilgili
tarafların bu kararı nasıl uyguladıkları konusunda Konsey'e 15 gün içinde rapor
sunması ve bilahare de muntazam aralıklarla bu raporlarını sürdürmesi konusunda
Genel Sekretere talimat veriyor.
Kolayca anlaşılacağı
gibi, karar, Afrin harekatımızı ve harekatın geleceğini ilgilendiriyor.
Güvenlik Konseyi
kararında tanımlanmış bir terör örgütü
olmadığına göre, PYD ile giriştiğimiz mücadele, kararın koyduğu istisna
kapsamına girmiyor. Dolayısıyla, harekatı "gecikmeksizin" durdurmamız
ve insani yardım amaçlı malzeme ve personelin bölgeye girmesine izin vermemiz
gerekiyor.
Karar, yerleşim
yerlerine uygulanmakta olan bütün ablukaların kaldırılması hükmünü de taşıdığı
cihetle, Afrin şehrine koyacağımız söylenen abluka peşinen BMGK kararına
aykırılık oluşturuyor.
Nitekim, uluslararası
haber ajansları, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Erdoğan'ın 26 Şubat günü
yaptıkları telefon görüşmesinde, Macron'un, "insani amaçlı
ateşkesin, Afrin dahil, Suriye'nin tümünü kapsadığını ve bütün taraflarca
gecikmeksizin her yerde uygulanması gerektiğini" söylediğini
Macron'un ofisinden yapılan açıklamaya atfen bildirdiler. Macron'un bu uyarıyı
belli başlı AB ortaklarına danışmadan yaptığı düşünülemez.
Durum böyle iken,
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü BMGK kararı hakkında, Türkiye'nin "Suriye'nin
toprak bütünlüğü ile siyasi birliğini tehlikeye atan terör örgütleriyle
mücadele edilmesine yönelik gayretlerini sürdürecektir" açıklamasını
yaptı.
Oysa, kararın gereğini
yapmaktan kaçınırsak, durum Genel Sekreter'in 15 gün içinde vereceği rapora ve
izleyecek raporlara yansıyacak. Konu böylece doğrudan Konsey'in ilgi alanına
girecek.
Zeytin Dalı harekâtının
gerek içeride, gerekse uluslararası alanda tam bir karmaşa içinde yürütüldüğü
gözleniyor.
Harekâtın başladığı dünyaya
Genelkurmay Başkanlığı'nın 20 Ocak günü yaptığı açıklama ile ilan edildi. O
açıklamada Genelkurmay şunları da bildirdi:
"Harekat,
ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BMGK’nin terörle
mücadeleye yönelik özellikle 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı
kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan Meşru Müdafaa Hakkı
çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir.
Harekatın uluslararası
hukuk dayanakları hakkında bilgilendirme yapmak TSK'nın işi olamaz. O
değerlendirme, harekâtın siyasi sorumluluğunu yüklenmiş olması gereken
hükümetin yapacağı iştir. Bu durum, iktidar siyasi sorumluluk almaktan
çekiniyor mu sorusunu akla getiriyor.
Yaşı uygun olanlar
hatırlar, Kıbrıs harekâtının başladığını bizzat Başbakan Ecevit, hukuki
dayanaklarını da bildirmek suretiyle, "biz adaya sadece Türklere değil,
Rumlara da barış getirmek için gidiyoruz" diyerek dünyaya ilan
etmişti.
Afrin harekâtının siyasi
hedefi belirsizdir. İktidar " denetim altına alınacak bölgelerin
sahiplerine verileceği" gibi muğlâk ifadelerle konuyu geçiştiriyor. O
sahipler kimdir? ÖSO mensubu gruplar mı? O gruplar uluslararası meşruiyeti olan
Şam yönetimi tarafından "terörist" sayılmıyor mu? Fırat Kalkanı ile
denetim altına alınan bölgeler hangi "sahiplere" iade edildi? Bu
sorulara yanıt verilemeyince, Türkiye'nin amaçları hakkındaki kuşkular
sürüyor...
Bir de şu var:
Son günlerde jandarma
ve polis özel harekat timlerinin Afrin'e gönderildiği haberleri basına yansıdı.
Bu timler iç güvenlik unsurları değil mi? İç güvenlik unsurlarının sınır
ötesine gönderilmesine hangi mevzuatta izin veriliyor? TBMM'den çıkarılan sınır
ötesi tezkeresi sadece TSK unsurlarını kapsamıyor mu? Polis, TSK unsuru mu?
Jandarma son KHK düzenlemeleriyle doğrudan içişleri bakanlığına bağlanmış değil
mi?
Velhasıl, gerek
ulusal, gerek uluslararası hukuk bakımından durum karmakarışık!
Ülke içindeki yasal,
toplumsal ve siyasal denetim mekanizmaları felç olunca böyle bir durum ortaya
çıkıyor.”