AKP Genel Başkanı işaret verdi ya, yandaş medya coştu. Artık, Suriye'ye o
mutabakattaki taahhütlerini yerine getirmesi gerektiği hatırlatılacakmış,
"PYD/YPG'ye desteği kes" denilecekmiş. YPG için kabus
başlamış, Türkiye'ye yönelik terörist faaliyeti önlemesi zaten Suriye'nin
uluslararası yükümlülüğü imiş ve bunun gibi birçok şey.
Haklılar, Adana Mutabakatı esas olarak Suriye'nin PKK ve onunla ilişkili ve
onun uzantısı kuruluşları topraklarında barındırmayacağı taahhüdünü içeriyor.
İyi de, küçük bir pürüz var!
Halen Suriye devletinin kontrol ettiği alanlarda PKK ve onun gibi terör
örgütleri zaten yok! O sözü edilen örgütler ağırlıklı olarak AKP Genel
Başkanı’nın bir tür "manda düzeni" (mandater devlet Türkiye olacak
şekilde) kurulmasını New York Times'da yazdığı makalede önerdiği Fırat'ın
doğusunda bulunuyorlar.
Adana Mutabakatı'nın uygulanmasını istediğimizde Suriye demeyecek mi, "topraklarımızın
bütününde egemen olmamıza karşı çıkıyorsunuz, hatta engel oluyorsunuz.
Ülkemizin bir bölümünde kendi denetiminizde bir "devletçik"
kurulmasını öneriyorsunuz. Halen bir kısım Suriye toprağını silahlı
kuvvetlerinizle kontrol etmektesiniz. Bu tutumdan vazgeçin, bütün ülkede
hakimiyet sağlamamıza yardımcı olun, biz de taahhütlerimizi yerine
getirelim"....
Buna ne cevap vereceğiz?
Mevcut koşullar altında ve şimdiki politikalarımızda köklü bir değişiklik
yapılmadığı müddetçe Adana Mutabakatı'nın tatbik kabiliyeti yok.
Önce 2011 öncesine dönmemiz, Esad rejiminin meşruiyetini yeniden kabul etmemiz ve Suriye'nin
topraklarının tümünde egemenlik tesis etmesini beklememiz gerekiyor.
Kaldı ki, 2011 yılında, daha “Kardeşim Esad döneminde” yürürlüğe giren
"Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye
Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak
İşbirliği Anlaşması" ile o Mutabakat
geliştirildi ve bir bakıma Mutabakat'ın yerini aldı.
Anlaşma, Adana mutabakatından farklı olarak, taahhütler arasında bir denge
oluşturdu. Suriye'nin PKK'yı ve onunla ilişkili veya onun uzantısı olan
örgütleri barındırmayacağı taahhüdüne karşılık, taraflar, başka terör
örgütlerini barındırmayacakları yükümlülüğünü de üstlendi.
Buna göre, Türkiye ve Suriye, terör örgütlerinin;
Kamp, eğitim tesisi kurmalarına;
Militan toplama, lojistik destek sağlamalarına;
Kaçakçılık ve ticaret yapmalarına;
Propaganda yapmalarına;
Görsel ve yazılı basın faaliyetinde bulunmalarına;
Yasadışı sınır geçişi yapmalarına karşılıklı olarak izin vermeyecekler
Suriye devletinin halen denetimi altındaki bölgelerde PKK ve ilintili örgütler
zaten yok. İdlib'deki Heyet Tahrir el-Şam adlı bir çatı
örgüt teröristlerinin temizlemesine de biz
engel oluyoruz.
Oysa, Suriye devletinin "terörist" kabul ettiği ne kadar örgüt
varsa bizim tarafta dolu. El Kaide'den Müslüman Kardeşlere kadar.... O
kadar ki, İstanbul'un Müslüman Kardeşlerin yeni merkezi olduğu konusunda bir
duraksama bulunmuyor. Bizim "kuva-i milliye" olarak gördüğümüz Özgür
Suriye Ordusu, Suriye bakımından terörist örgütlerin en hası! Bu örgütler
anlaşmanın yasakladığı yukarıda sayılan faaliyetlerin tümünü topraklarımızda
icra ediyorlar.
Suriye haliyle, anlaşmaya atıfla, "o örgütlerin faaliyetlerini
engelle, Suriye vatandaşı olan teröristleri bize iade et, karşılığında biz de
yükümlülüklerimizi yerine getirelim" deyince ne olacak? İsteneni
yapacak mıyız?
Putin güzel bir "tuzak" kurdu. Adana Mutabakatı'nın
uygulanabilmesi için mevcut politikalarımızın tümüyle değiştirilmesi
gerektiğini bilmiyor mu? Pek ala biliyor. Önerisi, Türkiye'yi bir ikilem
ile karşı karşıya bıraktı: "Ya Esad ile el sıkışacaksınız ve siyasi
çözümün önünü açacaksınız, ya da barışı engelleyen taraf
olacaksınız".
İşte Ruslar düşürülen uçağın öcünü böyle yavaş yavaş
alırlar.
Çaresizlik içinde bir ABD tarafına, bir Rusya tarafına savrulan danışmanları
ve bürokratları Tayyip Erdoğan’ın bu "tuzağa" düşmesine neden
oldular. Neticede Adana Mutabakatı'nı ve anlaşmayı uygulanabilir kılacaksa,
"tuzağa" düşülmesi aslında iyi bir gelişme demektir. Ancak, bunun
için öncelikle ve daha fazla vakit geçirilmeden yapılması gereken, Şam rejimi ile
normalleşmenin yolunun bulunmasıdır.
Aslında Putin bu önerisiyle AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’a ve yönetimine bir çıkış yolu da göstermiş oldu. Ne var ki, bu yolun
tutulacağına dair bir işaret görünmüyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın, içine düşürüldüğü sıkıntılı durumu hafifletmek
için Adana Mutabakatı'nın Suriye'ye girmemizin yolunu açtığını söyledi.
Anlaşmada böyle bir hüküm yok. Mutabakat'da olduğu da kuşkulu. Kaldı ki, böyle
bir olanak var ise bile, bunu sahada geçerli koşullarda ABD ve Rusya ile
danışmadan (“izin almadan” yazmamayı bu ülkenin bir vatandaşı olarak içime
sindiremediğim için) yapmak mümkün değil.