Yandaş basına bakılırsa AB ile ilişkiler
tıkırında....Cumhurbaşkanı da Varna'dan dönerken "olumlu gelişmeler" den
bahsetmiş; bunu, Türkiye'nin güçlü olmasına bağlamış. "Zirve"de, AB
ile diyalogun sürdürülmesi ve ilişkilere ivme kazandırılması konusunda
"tam mutabakat" sağlandığını da ifade etmiş.
Sırf Avrupalı liderlerle yan yana fotoğraf
verebilmek için Türkiye'nin onuru ayaklar altına alınıyor.
Bunu geçen ay Binali Yıldırım'ın Almanya
ziyaretinde yaşadık. Yıldırım'ın, Merkel'den randevu koparabilmek için, Die
Welt muhabiri Deniz Yücel'in serbest bırakılacağını taahhüt ettiği
anlaşıldı. Cumhurbaşkanı Yücel'i
"casus, ajan" olarak suçlamış ve "ben bu görevde iken serbest
kalamaz" demişti. Bir randevu için o sözler unutuldu, daha doğrusu
yutuldu.
Cumhurbaşkanı’nın Varna toplantısına
gidişi de bunun gibi.
Öncelikle Varna toplantısı
bizimkilerin dediği gibi bir "zirve" değildi. "Zirve"
Avrupa Birliği'nin bütün üyelerinin devlet ve hükümet başkanlarının
toplantısına Cumhurbaşkanı'nın da davet edilmesi ile olurdu. Aday ülkeler
bakımından geçmiş uygulamalar böyle idi.
Avrupa Birliği Mayıs 2017'de, Cumhurbaşkanı'nın katıldığı
toplantıyı "zirve" olmaktan çıkardı. "Türkiye-Avrupa Birliği
Liderler Toplantısı" haline dönüştürdü. Nitekim, Varna'daki basın
toplantısı sırasında arkadaki panoda da öyle yazmaktaydı.
Avrupa Birliği adayı olmayan bir ülke ile de toplantı
düzenlense idi, böyle bir çerçeve çizilirdi. Hükümet, Avrupa Birliği ile
yapılan toplantıların seviyesinin düşürülmesini ve Türkiye'ye aday
olmayan ülke muamelesi yapılmasını içine sindirmişti.
Diğeri, Varna toplantısından
dört gün önce, AB Zirve toplantısı (Avrupa Birliği Konseyi) sonrası yapılan
açıklamada, aynen, "Avrupa Birliği Konseyi Türkiye'nin doğu Akdeniz'de
ve Ege Denizinde süre giden yasa dışı faaliyetlerini kuvvetle kınar ve
Yunanistan ve Kıbrıs ile tam dayanışmasının altını çizer" ifadesine
yer verilmişti.
Sadece bu haksız ve ağır ifade bile,
seviyesi düşürülmüş ve hiçbir olumlu sonuç vermeyeceği önceden belli Varna
toplantısına gitmekten vazgeçilmesi için yeterli idi.
Bir diğeri, Avrupa Birliği'nin
insan hakları, tutuklu Avrupa Birliği vatandaşları, komşularla ilişkiler gibi
konularda eleştiriler yapacağı, karşılığında Avrupa Birliğin'den hiçbir şey
alınamayacağı belli idi. Nitekim de öyle oldu.
Türkiye'nin bir beklentisi de,
müzakerelerin canlandırılması ve yeni başlık açılması idi. Sözü bile edilmedi.
Diğer bir beklenti ise, gümrük birliğinin güncellenmesi için bir takvim
belirlenmesi idi. AB tarafı bu konularda hiç oralı olmadı. Başka bir beklenti
ise vize serbestisinin hayata geçirilmesi idi. Avrupa Birliği bu konuda yine ipe un serdi. Neymiş? Vize serbestisi
konusunda bir Avrupa Birliği heyeti
Nisan'da Türkiye'ye gelecekmiş, o kadar. Vize serbestisinin olmayacağını
herkes biliyor. Türk halkı kandırılıyor.
Aralık 2013'de geri kabul
anlaşması imzalanırken yetkili bakanlar o zaman "vize serbestisi
sağlanmazsa anlaşmayı feshederiz" diye atıp tutuyorlardı. Dört yıldır
serbesti sağlanmadı; ama, Türkiye'nin aleyhine işleyen o anlaşma
yürürlükte kalmaya devam ediyor.
Cumhurbaşkanı, "diyalogun sürdürülmesi ve ilişkilere ivme kazandırılması
konusunda tam mutabakat" olduğunu bildirmiş. İvmenin nasıl olacağını
söylememiş. Çünkü yok. Varılan "mutabakat" aslında, herhangi
bir konuda mutabakat olmadığı hakkında mutabakat anlamına geliyor.
Bunun için mi Varna'ya gidildi?
Cumhur Başkanı'nın açıkladığına göre, AB
liderleri kendisine "Türkiye büyük bir ülke, siz büyük bir
cumhurbaşkanısınız. Tutuklu yunan askerlerini bırakırsınız" demiş. CB da
"ben adaletten büyük değilim" cevabını vermiş.
Avrupalılar böyle iltifatları ve talepleri demokratik olmayan liderlere
yaparlar. Maalesef Türkiye'ye de öyle muamele yapmışlar. Deniz Yücel örneği ortada
iken, Cumhurbaşkanı'nın "Ben adaletten büyük değilim" cevabı ne kadar
inandırıcı olmuştur, merak konusu.
Türk halkı biran evvel
uyanarak kaderini eline almadığı takdirde Türkiye'yi dışarıda ve tabii
dolayısıyla içerde çok sıkıntılı günler bekliyor.