Kudüs konusunda hedefi tribünler olan,
eğitim düzeyi düşük vatandaş topluluğunu hedef alan ülke gündemini değiştirmeye
yönelik bir komedi oynanıyor.
Tayyip Erdoğan ve yandaşları tarafından
öyle bir hava yaratıldı ki, İsrail'in başkentinin Kudüs olduğu sanki şimdi ilk
kez Trump'ın son açıklaması ile ilan edilmiş gibi halka yutturuluyor,
muhalefette bu oyuna geliyor ve elbirliği ile ortalık ayağa kaldırılıyor.
Oysa İsrail'in Kudüs'ü resmen başkent
yapmasının üzerinden tam 37 yıl geçti. İsrail parlamentosu (Knesset) 30 Eylül
1980 tarihinde çıkardığı "temel yasa" ile "bütün ve
birleşik" Kudüs'ü başkent ilan etmişti.
Olağanüstü toplantıya çağrılan ve 57
devletten çok azının devlet ve hükümet başkanı tarafından temsil edildiği İslam
İşbirliği Teşkilatı "zirvesi" sonrası yayınlanan bildirinin bütün
temel çağrıları esasen evvelce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiş olan
kararlarda vardı.
Mesela, Ağustos 1980'de kabul edilen 478
sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan ettiği
"temel yasa"nın yok hükmünde (null and void) olduğunu ve derhal geri
alınması gerektiğini daha o zaman ilan etmişti. Aynı kararda, Kudüs'de
diplomatik misyon kurmuş olan devletlere bu misyonları geri almaları çağrısı da
yapılmakta idi. Ana muhalefetin bunu dile getirmesi gerekirdi. Ben bu
yazıyı kaleme aldığım ana kadar böyle bir açıklama yapılmamıştı.
Dolayısıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı bildirisinde önemli herhangi bir yeni unsur
yoktu.
Belki yegane yenilik, dünyaya "Doğu
Kudüs'ün Filistin devletinin başkenti olarak tanınması" çağrısı yapılması
idi. Bu çağrıya, bizzat bu çağrıyı yapan 57 ülkenin kaçı tarafından katılınacağını
da zaman gösterecektir. (Türkiye'nin de bu çağrıya derhal olumlu yanıt vermesi
ve Doğu Kudüs'ü Filistin Devleti'nin başkenti olarak tanıdığını ilan etmesi
gerekiyor. Ayrıca ana muhalefet partisi de buna destek vereceğini peşinen
açıkladı)
Bizim iktidar sanıyor ki, Filistin davasının
bayraktarlığını yaparsa "İslam Dünyası"nın lideri olur. Birçok konu da olduğu
gibi bu konuda da hayal görüyor.
"İslam dünyası" diye tek vücut
bir yapı yoktur. 57 ülke, çeşitli ilgi ve çıkar alanları arasında bölünmüş
durumdadır. "İslam dünyası" olmadığı gibi, İslam İşbirliği Teşkilatının
'nın en büyük etnik grubunu oluşturan Arap ülkeleri (22 ülke) de "Arap Dünyası"
olarak vasıflandırılamaz. Sosyal ve siyasal yapıları birbirinin neredeyse aynı
olan Körfez ülkeleri dahi birbirleriyle kavgalı durumdadır.
Özünde bir "Arap sorunu" olan
Filistin konusunda bile Arap ülkeleri yeknesak bir tutum alabilmiş değildir. Arap toplumlarının en çağdaş ve laik
kesimini oluşturan Filistin halkı ile,
en geri yapıya sahip Körfez ülkelerinin yıldızı hiçbir zaman barışmamıştır.
Bu nedenle, Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü Saddam'ın
1990'da Kuveyt'i işgaline destek vermiştir. İşgale destek çıkan başka ülkeler
de olmuştur. O zamanki bölünmenin izleri bugün dahi aşılabilmiş değildir.
Filistin kendi içinde dahi laik Filistin
Kurtuluş Örgütü ve "Müslüman kardeşler" Hamas arasında bölünmüş
durumdadır.
Avrupa ile ilişkilerine öncelik veren
Magreb ülkelerinden Fas ve Tunus'un Filistin davası ile ilgileri marjinal
düzeydedir.
Yaygın diplomatik kanaat, Suudi
Arabistan ve Mısır'ın Kudüs konusundaki son açıklaması öncesinde Trump tarafından "ikna
edildiği" şeklindedir.
Durum böyle olunca, Filistin davası
üzerinden "İslam Dünyası"nın liderliği hayali kurmak tribünlere
oynamaktan başka bir anlam taşımaz..
Şu "kırmızı çizgi" konusunun
da suyunu çıkarttılar.
"Kırmızı çizgi" kavramı
"ültimatom" ile benzer bir nitelik taşır. Şu farkla ki, ültimatom bir
zaman sınırlaması içerir. Kendisine ültimatom verilen devlet belli bir zaman
sınırlaması içinde istenileni yerine getirmez ise, karşı önlem olarak ne
yapılacaksa, o yapılır.
Kırmızı çizgi ilanında ise zaman
sınırlaması yer almaz. Karşıdaki devlet istemeyen o kadar çok adım atmıştır ki
bıçak kemiğe dayanmıştır. Bir adım daha fazlası "kırmızı çizgi" ilan
edilir ve o adımın da atılması halinde, karşılığında ne yapılması öngörülmüş
ise, o yapılır.
Sıkça söylenen "Kudüs Müslümanların
kırmızı çizgisidir" lafını bu kapsam içinde değerlendirmek mümkün
değildir. Zira, İsrail atabileceği bütün adımları zaten atmıştır.
Doğu Kudüs 1967 altı gün savaşından beri
İsrail'in işgali altındadır. İsrail, 1980 yılında Doğu Kudüs'ü ilhak ve
Kudüs'ün tamamını başkent ilan etmiştir. Kırmızı çizgiyi geçmesi için İsrail'in
daha ne yapması lazım, söyleseler de anlasak!
Soranı da duymadık!