Yazılı ve görsel basın,yani basın yayın
organları toplumun gözü kulağıdır.Toplum onlarla görür, onlarla duyar. Ancak
yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasıyla beraber, basın yayın organları
ülkemizde görevlerini tam olarak yapmaz/yapamaz hale geldiler.
Olayları gelişmeleri objektif olarak
yansıtmadılar. İktidar sahiplerini kızdırmayacak, hatta onların hoşuna gidecek
şekilde yansıtmaya çalıştılar.
Olayların, gelişmelerin acıda olsa muhtemel
sonuçlarını değil ya küçük hesaplarla, ya da iktidar sahiplerini küstürmemek
için bu yolu seçtiler.
Tabii basının bu hale gelmesinde Türk
aydınlarının da büyük kusuru oldu. Siyasal İktidar basın yayın organlarını
baskı altına alıp teslim alma operasyonları yaparken, aydınlar bu büyük ve yakın tehlikeyi görüp buna ses çıkartmadılar.
Bir ülkede birden fazla siyasi partinin
olması, parlamentonun varlığı demokrasinin var olduğunun göstergesi değildir.
Bir ülkede bağımsız yargı ve özgür basın
yoksa demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değildir.
Toplumda baskı yaratmak isteyen iktidarlar,
evvela basını baskı altına alırlar, ondan sonra toplumu istedikleri gibi
yönlendirirler.
Baskı altına alınan basın, artık olayları
yazarken herhangi bir ikaza bile lüzum kalmadan kendi kendini sansürlemeye
başlar.
Basın baskı altına alındıktan sonra iktidar
sahipleri diledikleri gazeteciyi işinden eder. Baskı altında ezilen ve
aydınlardan dolayısıyla toplumdan destek bulamayan gazete patronları da ister
istemez istenilenleri yerine getiriler.
Gazeteci Ertuğrul Akbay’ın geçenlerde
basında da yer alan, hem gazete patronlarına ve hem de siyasilere ders niteliğinde
bir anısını aktarmak istiyorum.
1978 yılında, Ertuğrul Akbay’ın
haberlerinden rahatsız olan rahmetli Ecevit, Akbay’ı kast ederek o günlerde
tirajı bir milyonu bulan Günaydın gazetesi yönetimine “ Onu seyahatlerimde
görmek istemiyorum, Geziye başka muhabir gönderirseniz memnun olurum” der.
Bugün olsa başbakanın telefonu karşısında ağlayan gazete patronu gazeteciyi
hemen kovardı ki bunun örnekleri çoktur, ama o tarihte gazetenin patronu Haldun
Simavi “ Ertuğrul görevini yapıyor, Sayın Ecevit’e söyleyin, bundan sonraki her
geziye o gidecek, başka kimse gitmeyecek” diyerek tavrını ortaya koyar.
Tabii ne Günaydın Gazetesine bir hukuki ve
ekonomik baskı uygulanır ve ne de Ertuğrul Akbay’a,
Tabii bugün ne Haldun Simavi gibi dik duran
bir gazete patronu ve ne de rahmetli Bülent Ecevit gibi bir devlet adamı var.
Bu baskılara boyun eğen/eğmek zorunda kalan
günümüz gazete patronları, üstlerine gelinip kendilerine baskı uygulandığı zaman, ne halktan, ne
siyasilerden ve ne de ekonomik olarak güçlü çevrelerden bir destek gördüler.
Bu baskılar sadece gazete patronuna ve
gazeteciye yapılıyor değildir.Bu baskılar sayesinde halkın haber alma
özgürlüğünün yanın da siyasal iktidarın denetlenmesine indirilmiş ağır bir darbe olduğu gibi halkın
siyasal tercihlerini doğru yapmasına da engeldir.
Basın
özgürlüğü engellendiği zaman, halkın ülkede olup bitenlerden haberdar olması
engellenmektedir. Yani vatandaşlar gerçekleri öğrenemediği zaman demokratik
tercihlerini de doğru yapmaları mümkün değildir.
Bir gazete, gazeteci, ulusal çıkarlara
aykırı davranmadığı, yalan yazmadığı, olayları saptırmadığı, ciddi eleştiri
getirdiği sürece hiç kimse ona yazma diyemez, dememelidir.
Bugün Türkiye’de sadece gazete patronlarına
baskı yapılmıyor. Hoşlanılmayan gazeteci hapsediliyor.Ülkenin Cumhurbaşkanı da
çıkıp bu tutuklulukları savunuyor.
O zaman muhalefetin yapacağı da sosyal
medyayı en iyi şekilde kullanmak olmalıdır. İktidarın bütün olumsuzluklarını ve
kendi çözüm önerilerini bu kanalla halka duyurmalıdır.