Atatürk ve silah arkadaşları temelde iki
görev üzerinde yoğunlaşmayı ve bunları hayata geçirmeyi kendilerine hedef
olarak koymuşlardı. İlki Osmanlı İmparatorluğunun külleri üzerinde modern bir
devlet inşa etmek ve ardından da kurdukları bu modern devlette yani Türkiye
Cumhuriyetinde çok partili rejimi hayata geçirmekti.
Atatürk’ün kısa denebilecek yaşamı, modern
Türkiye Cumhuriyetini kurmaya yetti, çok partili yaşamı yerleştirmek ise, onun
en yakın silah ve dava arkadaşı İsmet Paşa tarafından gerçekleştirilebildi.
İşte Lozan o modern devletin, tüm dünyaca
tasdik edilmiş tapusudur.
Ayrıca Lozan, emperyalistlerin bir paylaşım
tasarısı olan Sevr anlaşmasının bağlayıcılığı olmayan bir kağıt parçası haline
dönüştürürken, kapitülasyonları kaldırarak siyasi bağımsızlığın yanında,
ekonomik bağımsızlığı da kazandırmıştır.
Her tarihi olayı yaşandığı dönemin koşulları
içinde değerlendirmek gerekir.
Birinci Dünya savaşının galipleri,
mağlupları olan Almanya’ya Versay, Avusturya’ya St Germain, Macaristan’a
Trianon, Bulgaristan’a Neulliy ve Osmanlı İmparatorluğuna da Sevr teslimiyet
anlaşmalarını dikte ettirdiler.
Bizim dışımızda, Birinci Dünya savaşı
mağluplarından hiçbir devlet önlerine konan antlaşmaları Atatürk ve silah
arkadaşlarının yaptığı gibi yırtıp atıp, eşitler arasında yeni bir antlaşma
yapamadılar.
Elbette eşitler arasındaki her anlaşma
uzlaşma ile olur. Lozan’da bu anlamda
bir uzlaşmadır. Ancak bu uzlaşmaya sadece bir hukuk metni olarak
bakılırsa bu büyük bir yanılgı olur. Lozan milletçe çekilen acıların,
katlanılan fedakârlıkların sonucunda kazanılan uluslararası bir başarıdır.
Sevr ile Osmanlıya bırakılan topraklar,
bugün o bazılarının beğenmediği Lozan’da kurtarılan vatan toprağının beşte biri
idi.
Daha çok yakın geçmişte sırf Batılılar
istiyor diye Ermenilerle teslimiyet
protokolü imzalamayı içine sindirebilenler; 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ve 24 Temmuz 1923
tarihli Lozan Antlaşması gereğince, Türkiye’ nin asker bulundurma ve bayrak dikme hakkını
kabul ettiği Süleyman Şah
türbesini, 700.000 kişilik ordusu varken koruyamayanlar, Egedeki 17 ada ve
onlarca kayalığı Yunanistan’a sessiz sedasız bırakanlar, Lozan’ı eleştiremezler, bunu yapmaya hakları
yoktur.
Balkan savaşından başlayarak yıllarca
dövüşmüş, okur yazarını kaybetmiş, 15 yaşındaki kınalı kuzularını bile cepheye
göndermiş, liseleri mezun verememiş, yorgun, bitkin, aç ve çıplak bir ulusun
Lozan’da elde ettiklerini küçümsemek ne
insafla, ne vicdanla ve ne de ahlakla bağdaşır.
Lozan yapılırken İstanbul ve Boğazlar bölgesi işgal
kuvvetlerinin, Musul ise
İngilizlerin işgal altındaydı.
Atatürk, kendi doğduğu toprak Selanik’i,
nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Güney Bulgaristan’ı kurtarmak istemez
miydi?
Elbette isterdi.
Bugün Lozan’ı eleştirenlerin dedeleri
askerden kaçmasaydı, bugün olduğu gibi o günde emperyalizmin uşakları bu
coğrafyada isyanlar çıkartmasaydı, belki daha fazlasını da elde etmek, örneğin
İngilizlerin işgali altındaki Musul’u almak da mümkün olabilirdi.
Donanman mı vardı adalara gidebilecek de, on iki adayı almadın.
O beğenmediğin küçümsediğin Lozan ile
varlığı tescil edilen, Misak-ı Milli sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyeti, ayrımcılıktan, ölümden,
savaştan kaçan Avrupalı seçkinlerin sığınabilecekleri bir huzur ve barış
ülkesiydi.
Kurtuluş savaşı ve onun diplomatik zaferi
olan Lozan, sadece biz Türklerin utkusu değildir. O savaş emperyalizmin
boyunduruğu altında yüzyıllardır sömürülen mazlum milletlerin kurtuluşlarının
işaret fişeğidir de.
Lozan’ı küçümsemek, ya cahillikten ya da
emperyalizme uşaklık etmek için olabilir, ben bunun cahillikten
olduğunu kabul etmek istiyorum.
,