Bugün, ihanetler,
acılar içinde de olsak Cumhuriyetimizin 93. Yılını kutluyoruz.
Bu Cumhuriyet,
Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğdu.
Bu Cumhuriyet, altı
yüz yıllık teokratik Osmanlı monarşisinin “kul”undan, laik cumhuriyetin
“vatandaş”ına geçişin yolculuğudur.
Bir kısım günümüz
Cumhuriyet düşmanları tarihimizi, Atatürk’ü, Cumhuriyeti tartışalım diyerek,
1920’nin koşullarında kurulan Cumhuriyeti bugünün değerleri ile tartışmaya
çalışmaktadırlar.
Bu Cumhuriyet
kurulduğu zaman bir demokrasi miydi? Elbette değildi.
Zamanla beraber
toplumlar da, anlayışlar da değişirken, bu Cumhuriyetin kurucularının asla
değişmeyecek kurallar getirdiğini ileri sürmek en azından bu insanlara
saygısızlık olur.
Her olayı yaşandığı
günün koşulları ve kuralları içinde değerlendirmek gerekir.
Bu Cumhuriyet,
imparatorluğun kalıntıları üzerine kurulduğuna göre bugünkü anlamıyla bir özgürlükçü
demokrasi olması da mümkün değildir.
Bir demokrasinin oluşabilmesi
ve yaşayabilmesi için gereken nesnel koşulların hiçbirisi o günlerin Osmanlı
toplumunda yoktu.
Örgütlü bir toplum muyduk?
Hayır. İletişim bugünkü kadar yaygın ve kolay mıydı? Hayır. Okuryazar erkek
sayısı kaçtı? Yüzde beş civarında. Kadınlar da bu oran kaçtı? yüzde birin de
altında. Orta sınıf söz konusu bile değildi.
Toplu iğne bile
üretemeyen, ekonomisi ilkel tarıma dayalı fakir bir ülkeydik.
Özgürlükçü
demokrasiyi nasıl uygulayacaklardı?
Atatürk’e ve bu
devletin kurucularına küfretmeyi “ilericilik,
çağdaşlık” zanneden Cumhuriyet düşmanları ve onların tetikçilerine bir şeyi
hatırlatmakta fayda var.
Atatürk hakkında
yargıyı insanlık tarihi vermiştir. İnsanlık tarihine herhangi bir katkısı
olmayanların, Atatürk’ü tartışmak, Atatürk’ü yargılamak hakları yoktur, olamaz.
Cumhuriyetin
kurulduğu günlerde dünyanın hiçbir köşesinde, günümüz anlamında özgürlükçü
demokrasi yoktu.
1789 da Anayasasını
yürürlüğe sokan Amerika Birleşik Devletlerinin bir çok eyaletinde zenciler, ilk
okul mezunu olmayanlar, belli oranda vergi vermeyenler oy kullanma hakkına bile
sahip değillerdi. Fransa da kadınlar Türk kadınından çok daha sonra oy kullanma
hakkına sahip olabilmişlerdi.
Özgürlükçü
demokrasinin hiçbir nesnel koşulu yokken bu Cumhuriyet, ulus-devlet temelinde şekillenmiş,
çağdaş, modern, bağımsız, laik bir toplumsal yapı oluşturmuştur.
Bugün gıptayla
baktığımız Almanya, Japonya ve İtalya kendi iç dinamikleri ile demokrasiye
geçememişlerdir.
Balkan, 1. Dünya ve Kurtuluş savaşları ile
yorgun ve harap bu ülkede, ortaçağ kurumları ve gelenekleri ile yaşayan, sanayi
devrimini ve Rönesans’ı yaşamamış, ümmet düzeyinde bir toplum, demokrasiye, çok partili hayata
kendi iç dinamikleriyle geçebilmişse, bu Cumhuriyeti kuranların eseridir.
Zira Atatürkçülük
gelişmeye açıktır. Devrimcilik (İnkılapçılık) onun bu özelliğinin
nitelemesidir.
Bu nitelik,
bulunduğumuz noktayı yeterli bulmamayı, daha iyisini yapabileceğimizi,
çağdaşlık ülküsünü bize aşılamıştır.
Bu niteliğimiz, Büyük
önder Atatürk’ün kurarak başlattığı çağdaş medeniyeti hedefleyen, kökten değişim
sürecini devam ettirmemizi gerektirmektedir.
Atatürk’ün ilkelerine
inananların bugün yapması gereken, On dört yıllık AKP iktidarı döneminde,
gerçekleştirilmeye çalışılan dinin siyasallaştırılmasına ve de siyasetin
dinselleştirilmesine karşı mücadele etmektir.
Bu mücadeleyi
vererek, Ulus Devlet, Üniter Devlet ve Laik Devlet yapılanmamızı, ulusal
bağımsızlığımızı ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatmalıyız.
Bu, Cumhuriyeti bizlere armağan edenlere karşı ahlaki ve vicdani
borcumuzdur.