Yalan söylemek siyasetin siyasetçinin
doğasında yoktur. Ne zaman ki yönetenler başarısız olurlar, isimleri
hukuksuzluğa yolsuzluğa karışır, o zaman iktidardan gidip hesap verme korkusu
başlayınca yalan söylemeye başlarlar.
Hele bu başarısız iktidar sahipleri, bir de
besleme basın yaratmışlarsa artık söylenecek ve söyleyecekleri yalanın sınırı
kalmaz.
Yalan söyleme, çarpıtma ve bilgiyi saklama
aldatmanın tüm şekilleridir.
Siyasetçilerin yalan söylemesi ve hele birde
o ülkede besleme basın var ise, ülke yurttaşlarının demokrasi içindeki
kararlarını yanlış bilgilere dayandırılma ihtimalleri yüksek hatta kaçınılmaz
olması nedeniyle olaylar ve aralarında tercihte bulunacağı siyasetçiler
açısından bilinçli ve doğru bir tercihte bulunamazlar.
Doğru bilgiye sahip olamayan geniş seçmen
kitlesinin bir politikacı veya lideri nasıl sorumlu tutabilir.
Demokrasiler, seçmenlerin güvenilir
bilgilere sahip oldukları, ve yüksek düzeyde şeffaflık ve dürüstlüğün egemen
olduğu zaman çalışabilecek yaygın ve etkili bir fikirler piyasasını içerdikleri
zaman en iyi şekilde çalışırlar.Bundan hem toplum ve hem de siyasetçiler fayda
görürler.
Demokrasi içinde yalan söylemek çok
yaygınlaşırsa bu durum halkın demokratik yönetime olan inancını kaybetmesine ve
bir çeşit otoriter yönetimlere heveslenmesine yol açabilir. Sonuçta ,
kamuoyunun siyasetçiler hakkında bir yalancılar güruhu olduklarını
düşünmesinden dolayı, kamuoyu siyasetçilere, dolayısıyla liderlere hiç saygı
duymadığı ve yozlaşmış olduklarını düşündüğü içinde siyaset kurumlarına hiç
itimat edilmeyen bir demokrasinin uzun süre hayatta kalabilmesi zordur. Kısacası siyasetçilerin yalan söylemeleri
devlete ve topluma telafisi çok zor olan zararlar verir.
Siyasi varlıklarını yalan üstüne kuran
siyasetçiler, siyaset sahnesinden çekildikten çok kısa bir sür sonra artık
hatırlanmazlar bile.
Ama kendi halkına sadece doğruları
söyledikleri için sadece göz yaşı ve
sıkıntı vaat etseler bile, sonunda ülkelerini düzlüğe çıkarttıkları için onlar
ölümlerinden sonra seksen yıl, yüz yıl bile geçse saygı, sevgi ve minnetle
anılırlar. Bunlar şovenist olmayan gerçek efsanelerdir. Bunun çağımızdaki en
seçkin örneği ulu önder Atatürk’tür.
Ama birde şovenist efsaneler vardır. Bunlar
üç şekilde görünürler. Kendini yücelten, kendini aklayan ve ötekini kötüleyen.
Bu tür siyasetçiler, daha çok geri kalmış
ülkelerde kendilerine yer bulurlar. Bunlar her şeyi en doğru yaptığını
zannedenlerdir ve bunlar kendi hatalarını gerçek efsanelerin yaptıkları ile
aynı gösterip kendilerinin doğru yaptığını ispat etmeye çalışırlar.
Bunlar zaman zaman bu yanlışa
bilgisizliklerinden düşerler. Bunlar genellikle tarih bilgisinden yoksun has
bel kader ülkenin başına gelmiş olanlardır.
Bunlar yaptıklarını kendilerinden çok üstün
olduğunu bildikleri liderlerin yaptıklarıyla eş tutmaya çalışarak kendilerini
yüceltmeye çalışırlar.
Kendilerini yüceltmeye çalışırken, aklamaya
da çalışmış olurlar. Bir de her yaptıklarının doğru olduğunu zannederler. Bunu
yaparken yani her yaptıklarının doğru olduğunu zannederken, bir şeyi gözden
kaçırırlar, kendi yönetim dönemlerinde besleme basın yarattıklarından basında
yanlışlarını yüzlerine vurmayacağı için, etraflarındaki dalkavuklarda kendi
çıkarları nedeniyle efendilerinin her söylediğini, her yaptığını onayladıkları
için, kendilerini gerçekten Dünyada saygın bir lider zannederler.
Gerçeklerin böyle olmadığını, iktidardan
düştükleri zaman anlarlar. Ama artık işten geçmiş olur.