18 Ekim 2019 Cuma

KURUMSAL YAPISI ÇÖKERTİLEN BİR CUMHURİYET KALESİ: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI



Türkiye, içinde bulunduğumuz karmaşık ve emperyalistlerin her türlü çirkin oyunu oynadıkları bu  coğrafyada yüz yıldır varlığını ve bütünlüğünü sürdürebilmiş ise, bu, silahlı kuvvetlerinin caydırıcı gücünün yanında, dünyanın takdirini kazanan diplomasi kadrolarının mahareti ile de olmuştur.
Türk diplomasinin bu başarısında, Dışişleri Bakanlığı'nın kendisini iç siyasi çekişmelerden ve müdahalelerden önemli ölçüde koruyabilmesinin önemli etkisi vardır. Bu sayede bakanlık, siyasi yöneticilerin nabzına göre şerbet vererek değil, özgür ve bağımsız değerlendirmeler yaparak, iktidarlara doğru politika seçenekleri sunabilmiştir. 
Bütün eğitim hayatım Ankara’da geçti  ve 42 yıllık meslek hayatımda, Mecliste bulunduğum dönemde Dışişleri Bakanlığı mensupları ile iş ve dostluk ilişkilerim olması nedeniyle   Bakanlık mensuplarını ve teşkilatı yakından tanıma fırsatı buldum. Yıllar içinde yaptığım gözlemlere göre, Bakanlık bürokrasisinin en belirgin niteliği Cumhuriyet değerlerine ve Atatürk'ün barışçı dış politika ilkelerine gönülden bağlılıklarıdır.
Kendi gözlemlerime göre kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan tablonun aksine, bakanlık yüksek disiplin içinde çalışan, geleneklerinin üzerine titreyen bir kurumdur. O kadar ki, meslek memurları arasındaki kıdem hiyerarşisi neredeyse bir askeri yapı kadar titizlikle gözetilir. 
Dışişleri kadrolarını "monşer" diye niteleyerek aşağılamaya yeltenenler biraz araştırsalar, meslek mensuplarının,  çok büyük ağırlıkla, memur ve orta gelir grubu ailelerin başarılı çocuklarından oluştuğunu anlarlar. O “monşer” diye aşağılanan insanlar,  en zor ve en güvenilir sınavlarını geçerek meslek memuru olmuşlardır.
Birilerinin “Monşer” diye aşağıladığı bu  diplomatlarımız, toplumumuzun değer yargıları ve inançlarıyla “Bakara Makara” diye alay etmezler.
Bakanlık üst yönetim kadrolarının taşıdığı "büyükelçi" unvanı, zannedildiği gibi kolay ulaşılabilen bir unvan değildir. Bakanlığın gelenekleri, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde, içeride ve dışarıda çeşitli görevlerde özveriyle en az yirmi-yirmibeş yıl deneyim kazanan meslek mensuplarının, dışarıdan kayırma yoluyla değil, kurum için yapılan nesnel değerlendirme sonucu büyükelçi olarak görevlendirilmeleri şeklinde gelişmiştir.
Yukarıda özetle değinilen özelliklerin aslında geçmiş zaman kipi ile yazılması gerekirdi. Zira, artık AKP iktidarı döneminde hiçbirisi geçerli değildir. "Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı" makamı da yok edildi. Bakanlık teşkilatı, kurum dışından atanmış, konulara ve ihtiyaçlara yabancı kişilere emanet edilmiş durumda.
Son yıllarda dönemsel olarak yapılan büyükelçi atamalarıyla, meslek dışından atanmış çok sayıdaki büyükelçiye sürekli yenileri ekleniyor.  Meslek dışından olan büyükelçilerin uluslararası diplomatik ilişkiler, teamüller ve usuller hakkında deneyim ve fikirleri olmadığı gibi, bu şahısların eş-dost-akraba kayırmacılığı ve ideolojik yakınlık ile atandıkları görülüyor. Böyle atamalar diplomasi geleneklerini koruyan köklü devletlerde olmaz. Aşiret devletlerinde ya da aşiret devleti mantığı ile yönetilen devletlerde yaygındır.
Bakanlık siyasi yönetime doğru yolu gösterme yeteneğini kaybetmiş olmalıdır ki; dış politikada her gün bir yanlışlığı yaşamaktayız . Eş-dost-akraba kayırmacılığı ve ideolojik yakınlık içinde kendilerini hak etmedikleri görevlere kurum dışından atayanlara şükran borcu içinde olan büyükelçiler, Ankara'daki siyasi karar alıcıları ideolojik takıntılardan uzak, bağımsız ve cesur değerlendirmelerle doğru yönlendirmek yerine, nabza göre şerbet vermekten kurtulamazlar. Meslekten atanmış olanlar da baskı ile sindirilmiş durumdadır.
Bu konuda çarpıcı örnek, Arap ülkelerinin "Barış Pınarı" harekatımız karşısında aldıkları, AKP’li  Cumhurbaşkanını şaşırtan ve haklı tepkisine sebep olan tutumdur. Dışişleri bürokrasisinin biriktirdiği deneyimden yararlanılmış olsa idi, "Arap dünyası" denilebilecek yekpare bir yapının mevcut olmadığı, hepsi ayrı telden çalan Arap ülkelerinin üzerinde kolaylıkla anlaşabildikleri belki de yegane konunun "Türk düşmanlığı" olduğu kendilerine anlatılırdı. Bir şaşırma da olmazdı.
Sağcı olanlar başta, geçmiş siyasi iktidarların Dışişleri Bakanlığı'nı da kendi etki alanlarına alarak, kurumun iç işleyişine müdahaleye teşebbüs ettikleri dönemler olmuştur. Bakanlığı bu girişimlerden, dış politikanın Cumhuriyet'in değer ve öğretilerinden uzaklaşmasının yaratabileceği vahim sonuçları bilen "siyaset üstü", “tarafsız”  konumdaki cumhurbaşkanları korumuştur. Nitekim 10.Cumhurbaşkanı Sezer'in varlığının AKP'nin müdahaleci girişimlerini caydırdığını ve engellediğini tahmin etmek zor değildir.
Cumhurbaşkanı Sezer'in 2007'de ayrılmasıyla ve bugün kendilerin sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışan Ali Babacan'ın bakanlığı döneminde bakanlık gelenekleri zayıflatılmaya başlatıldığı bütün Dışişleri Camiası tarafından bilinmektedir, derinliği kendinden menkul  Davutoğlu'nun Mayıs 2009'da bakan olmasıyla da bu müdahaleler bakanlığın kurumsal kimliğine yönelik bir saldırı halini aldığı tüm dost sohbetlerinde dile getiriliyor, basında çıkan haberlerin satır aralarında görülüyordu. 
Şimdilerde dış politikanın içinden çıkılmaz bir kargaşa haline geldiği çok söyleniyor da, bunun belli başlı sebepleri arasında Dışişleri Bakanlığının kurumsal yapısının da, diğer bir çok Cumhuriyetin temel kurumlarında olduğu gibi AKP eliyle çökertilmesinin bulunduğu dile getirilmiyor. 
Bakanlığın kurumsal kimliğine yapılan sistemli saldırıların dış ilişkilerimiz bakımından vahim sonuçları olacağı kamuoyunun dikkatine zaman içinde yeterince getirilmediği gibi, TBMM grubu bünyesinde emekli diplomatlar da bulunan CHP'nin yakın ilgi alanına da girmedi.
Dışişleri Bakanlığına  verilen ağır hasar onarılmadan dış politikanın rayına oturtulması da mümkün görülmüyor.