Türkiye, içinde bulunduğumuz karmaşık ve
emperyalistlerin her türlü çirkin oyunu oynadıkları bu coğrafyada yüz yıldır varlığını ve
bütünlüğünü sürdürebilmiş ise, bu, silahlı kuvvetlerinin caydırıcı gücünün
yanında, dünyanın takdirini kazanan diplomasi kadrolarının mahareti ile de
olmuştur.
Türk diplomasinin bu başarısında, Dışişleri
Bakanlığı'nın kendisini iç siyasi çekişmelerden
ve müdahalelerden önemli ölçüde koruyabilmesinin önemli etkisi
vardır. Bu sayede bakanlık, siyasi yöneticilerin nabzına göre şerbet vererek
değil, özgür ve bağımsız değerlendirmeler yaparak, iktidarlara doğru politika
seçenekleri sunabilmiştir.
Bütün
eğitim hayatım Ankara’da geçti ve 42
yıllık meslek hayatımda, Mecliste bulunduğum dönemde Dışişleri Bakanlığı
mensupları ile iş ve dostluk ilişkilerim olması nedeniyle Bakanlık mensuplarını ve teşkilatı yakından
tanıma fırsatı buldum. Yıllar içinde yaptığım gözlemlere göre, Bakanlık
bürokrasisinin en belirgin niteliği Cumhuriyet
değerlerine ve Atatürk'ün barışçı dış politika ilkelerine gönülden
bağlılıklarıdır.
Kendi gözlemlerime göre kamuoyuna yansıtılmaya
çalışılan tablonun aksine, bakanlık yüksek disiplin içinde çalışan,
geleneklerinin üzerine titreyen bir kurumdur. O kadar ki, meslek memurları
arasındaki kıdem hiyerarşisi neredeyse bir askeri yapı kadar titizlikle
gözetilir.
Dışişleri kadrolarını "monşer" diye
niteleyerek aşağılamaya yeltenenler biraz araştırsalar, meslek
mensuplarının, çok büyük ağırlıkla,
memur ve orta gelir grubu ailelerin başarılı çocuklarından oluştuğunu
anlarlar. O “monşer” diye aşağılanan insanlar, en zor ve en güvenilir sınavlarını geçerek
meslek memuru olmuşlardır.
Birilerinin “Monşer” diye aşağıladığı bu diplomatlarımız, toplumumuzun değer yargıları
ve inançlarıyla “Bakara Makara” diye
alay etmezler.
Bakanlık üst yönetim kadrolarının taşıdığı
"büyükelçi" unvanı, zannedildiği gibi kolay ulaşılabilen bir unvan
değildir. Bakanlığın gelenekleri, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde,
içeride ve dışarıda çeşitli görevlerde özveriyle en az yirmi-yirmibeş yıl
deneyim kazanan meslek mensuplarının, dışarıdan kayırma yoluyla değil, kurum
için yapılan nesnel değerlendirme sonucu büyükelçi olarak görevlendirilmeleri
şeklinde gelişmiştir.
Yukarıda özetle değinilen özelliklerin aslında geçmiş
zaman kipi ile yazılması gerekirdi. Zira, artık AKP iktidarı döneminde
hiçbirisi geçerli değildir. "Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı" makamı da
yok edildi. Bakanlık teşkilatı, kurum dışından atanmış, konulara ve ihtiyaçlara
yabancı kişilere emanet edilmiş durumda.
Son yıllarda dönemsel olarak yapılan
büyükelçi atamalarıyla, meslek dışından atanmış çok sayıdaki büyükelçiye
sürekli yenileri ekleniyor. Meslek dışından olan büyükelçilerin
uluslararası diplomatik ilişkiler, teamüller ve usuller hakkında deneyim ve
fikirleri olmadığı gibi, bu şahısların eş-dost-akraba kayırmacılığı ve
ideolojik yakınlık ile atandıkları görülüyor. Böyle atamalar diplomasi
geleneklerini koruyan köklü devletlerde olmaz. Aşiret devletlerinde ya da aşiret devleti mantığı ile yönetilen
devletlerde yaygındır.
Bakanlık siyasi yönetime doğru yolu gösterme
yeteneğini kaybetmiş olmalıdır ki; dış politikada her gün bir yanlışlığı
yaşamaktayız . Eş-dost-akraba kayırmacılığı ve
ideolojik yakınlık içinde kendilerini hak etmedikleri görevlere kurum dışından
atayanlara şükran borcu içinde olan büyükelçiler, Ankara'daki siyasi karar
alıcıları ideolojik takıntılardan uzak, bağımsız ve cesur değerlendirmelerle
doğru yönlendirmek yerine, nabza göre şerbet vermekten kurtulamazlar. Meslekten
atanmış olanlar da baskı ile sindirilmiş durumdadır.
Bu konuda çarpıcı örnek, Arap ülkelerinin "Barış
Pınarı" harekatımız karşısında aldıkları, AKP’li Cumhurbaşkanını şaşırtan ve haklı tepkisine
sebep olan tutumdur. Dışişleri bürokrasisinin biriktirdiği deneyimden
yararlanılmış olsa idi, "Arap dünyası" denilebilecek yekpare bir
yapının mevcut olmadığı, hepsi ayrı telden çalan Arap ülkelerinin üzerinde
kolaylıkla anlaşabildikleri belki de yegane konunun "Türk düşmanlığı"
olduğu kendilerine anlatılırdı. Bir şaşırma da olmazdı.
Sağcı olanlar başta, geçmiş siyasi iktidarların
Dışişleri Bakanlığı'nı da kendi etki alanlarına alarak, kurumun iç işleyişine
müdahaleye teşebbüs ettikleri dönemler olmuştur. Bakanlığı bu girişimlerden,
dış politikanın Cumhuriyet'in değer ve öğretilerinden uzaklaşmasının
yaratabileceği vahim sonuçları bilen "siyaset üstü", “tarafsız” konumdaki cumhurbaşkanları korumuştur. Nitekim
10.Cumhurbaşkanı Sezer'in varlığının AKP'nin müdahaleci girişimlerini
caydırdığını ve engellediğini tahmin etmek zor değildir.
Cumhurbaşkanı Sezer'in 2007'de ayrılmasıyla ve bugün
kendilerin sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışan Ali Babacan'ın
bakanlığı döneminde bakanlık gelenekleri zayıflatılmaya başlatıldığı bütün
Dışişleri Camiası tarafından bilinmektedir, derinliği kendinden menkul Davutoğlu'nun Mayıs 2009'da bakan olmasıyla
da bu müdahaleler bakanlığın kurumsal kimliğine yönelik bir saldırı halini
aldığı tüm dost sohbetlerinde dile getiriliyor, basında çıkan haberlerin satır
aralarında görülüyordu.
Şimdilerde dış politikanın içinden çıkılmaz bir
kargaşa haline geldiği çok söyleniyor da, bunun belli başlı sebepleri arasında
Dışişleri Bakanlığının kurumsal yapısının da, diğer bir çok Cumhuriyetin temel
kurumlarında olduğu gibi AKP eliyle çökertilmesinin bulunduğu dile
getirilmiyor.
Bakanlığın kurumsal kimliğine yapılan sistemli
saldırıların dış ilişkilerimiz bakımından vahim sonuçları olacağı kamuoyunun
dikkatine zaman içinde yeterince getirilmediği gibi, TBMM grubu bünyesinde
emekli diplomatlar da bulunan CHP'nin yakın ilgi alanına da girmedi.
Dışişleri Bakanlığına
verilen ağır hasar onarılmadan dış politikanın rayına oturtulması da
mümkün görülmüyor.