Bugün siyasi iktidarı
elinde bulunduran Adalet ve Kalkınma Partisi yetkilileri, sözcüleri her konuda
dün ne söylediklerine bakmaksızın, bugün tam aksini çok rahat söyleyebilmektedirler
ve bundan da hiç rahatsızlık duymamaktadırlar.
Devlet memuru
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Seçim sistemi çok güçlü, hile mümkün
değil” Devlet memuru İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Seçim sonucunda şaibe
olmayan ender bir ülkeyiz” Devlet Memuru Ticaret ve Gümrük Bakanı Bülent Tüfenkçi “Gerçekten çok şaibesiz ve doğru bir
seçim yapılıyor” ve siyasetçi Bekir
Bozdağ “Kim sandıkta hile yapılıyor diyorsa kaybetmiştir” demişlerdir.
AKP sözcüleri 31 Mart
Yerel Seçimlerinden sonra ise sanki bu sözleri kendileri söylememişçesine bugün
bunun tam aksini söyleyip, iktidarları devam ederken oylarının çalındığını
söyleyebilmektedirler.
Tabii bir ülkede yargı
bağımsızlığı ortadan kalktığı zaman, artık hukukun üstünlüğünden söz
edilemeyecektir.
Yönetenlerin hukuka
uygun davranmasını sağlayan bağımsız yargıdır. Yargı bağımsızlığını yitirdiği
zaman yöneten muktedirler, diledikleri her şeyi yaparlar.
Sırf AKP’li belediyelerde
bazı olayları düzeltmek ve kitabına
uygun hale getirmek için lazım olan zamanı onlara yüksek yargı organı hakimlerinden oluşan Yüksek Seçim Kurulu
sağlamaktadır.
Tabii kendilerinin
görev sürelerinin uzatılması hakkında Anayasaya aykırı olarak verilen kararı
bile içlerine sindirip o koltukta oturan insanlardan hukuka uygun kararlar
vermelerini beklemek abesle iştigal olur.
Eğer gazete ve sosyal
medya haberleri doğru ise İstanbul'un bazı ilçelerinde oyların TAMAMI
sayılmakta imiş.
Oylar, neticede ilçe
seçim kurulunda sayılacak idi ise, sandık başında neden sayıldı ve bütün
üyelerin imzaladığı tutanaklara bağlandı. Bütün sandıklar doğrudan ilçe seçim
kuruluna giderdi, sayım orada yapılırdı.
Bu yapılanın
"gizli oy açık tasnif" temel ilkesi ile de bağdaşır bir tarafı yok.
Bu ilkenin amacı her isteyen vatandaşın sayımı denetim altında tutmasını sağlamak
değil mi? İlçe seçim kurulunda yapılan sayım sırasında böyle bir olanak var mı?
Ülkede hukuk, ayaklar altına alınıp, yargı tutsak haline
getirilince hukuka aykırı kararlarda artık vaka i adiye haline geliyor.
Ayrıca Yüksek Seçim
Kurulu gene hukuken kabul edilmesi mümkün olmayan, “ İtirazen başlamış sayımlar
devam etsin, başlamamışlara başlanmasın” şeklinde bir karar vermiştir. Bu
rahmetli Turgut Özal’ın “Anayasayı bir kere delmekten bir şey olmaz”
mantığından farklı değildir.
Yüksek Seçim Kurulu
09.04. 2014 tarih ve 1199 sayılı kararında 298 Sayılı yasanın 112. Maddesine
dayanarak “.298 Sayılı kanun’un ikinci fıkrasında delil ve gerekçe
göstermeyenlerin itirazlarının incelenmeyeceği öngörülmüştür. Seçim hukukunda
disiplin ön planda tutulduğundan, itirazlarda resen araştırma prensibi geçerli
kabul edilmemiş, itirazlarda delil ve gerekçe gösterilmesi veya delilin hangi
resmi makamlarda bulunduğunun bildirilmesi istenmiştir. Bir
anlamda yapılacak itiraz ve şikâyetlerde ciddiyet ve sorumluluk aranmıştır. Öyle
ki, anılan olarak da gösterilmesi yoluna gidilmiştir. Delil ve gerekçe
gösterilmeyen itirazların incelenmesi usulünün benimsenmiş olması halinde
seçimlerin kesinleştirilmesi uzun süreye yayılabileceğinden, bu sürecin uzaması
durumunda seçimi yöneten kurullara karşı güvensizlik oluşması kaçınılmaz
olacaktır. İtiraz ve şikâyetlerde delil ve gerekçe gösterilmesi kanuni bir zorunluluk
olduğundan, hak arama hürriyetine müdahale olarak değerlendirilmesinin yasal
dayanağı bulunmamaktadır”. diye karar vermişken, şimdi bunun tam zıttı
kararlar vermesi de Yargı’nın ne hale geldiğinin açık göstergesidir.
Türkiye’nin
yaşanan bu olaylardan sonra vakit geçirmeden tartışmaya açması gereken konu, öncelikle
yargı bağımsızlığının sağlanması ve de parlamenter rejime dönülmesidir.
Türkiye
Dünya’da örneği olmayan ucube “Cumhurbaşkanlığı sistemini” denemiş gelinen
nokta bugün geldiğimiz içler acısı nokta olmuştur.