31 Mart yerel seçimle sonrası bu yaşananlar,
ekonominin geldiği nokta Türkiye’nin artık tartışması gereken noktanın anayasa
olduğunu göstermiştir.
Türkiye 1950 li yıllardan beri Anayasayı
tartışıyor. Gerek 1961 Anayasası ve gerekse 1982 Anayasaları askeri rejimlerin
getirdiği Anayasalardır.
Elbette 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası
mukayese bile edilemez. 1961 Anayasası ilerici, çağdaş, hukukun üstünlüğünü
egemen kılan demokratik devlet
anlayışını hayatımıza getirmişti.
O güne kadar bazı çağdaş ülkelerin
anayasalarında yer alan, hukukun üstünlüğü, Anayasa Yargısı, Kişi Hak ve
özgürlükleri, yargı bağımsızlığı gibi
kavramlar yaşamımıza girmişti.
Bu Anayasanın savunucuları aydınlar, gençlik
ve CHP gibi “ilerici” güçlerdi.
Yine bir askeri darbenin ürünü olan 1982
Anayasası ise daha çok büyük sermaye çevrelerini ve sağ eğilimlileri hoşnut
edecek vaatlerle yüklüydü. Bütün buna rağmen 1982 Anayasasında da iktidarları denetim mekanizması çok sıkı
tutulmuştu.
Bu güçlü parlamenter sistem hem içerde ve
hem de dışarıda bazı çevreleri rahatsız ediyordu.
Nasıl monarşiler mutlak ve despotik
olabiliyorlarsa, Cumhuriyetler de bazen
diktacı ve despotik olabilirler.
Bazı dış güçlerde, müttefik dedikleri bazı
ülkelerin, tek adam rejimiyle
yönetilmesini arzularlar ve bunu teşvik de ederler.
Nitekim
CİA’nın Türkiye’nin eski şefi, Paul Bernard Henze’nin 2006 yılında Beyaz Saraya sunduğu Türkiye
raporunda tek adamlığı önerdiğini “Ülkeyi
kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı
tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclis’i İkna ettiğimizde, ordu;
orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer
Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve
öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan bir rejime
geçilmelidir.
Bir
kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay
olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda
tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun
olmaz.” Biçiminde anlatmıştır.
Bugün Anayasamızda 16 Nisan 2017 tarihinde
6771 Sayılı yasa ile yapılan Anayasa değişikliği ile Meclis, Yargı, Hükümet yani
yürütme ve Ordu tek kişinin kontrolüne
verilmiştir.
31 Mart seçimleri sonucunda yaşanan ve
ülkemizi Dünya da yalnızlığa sevk etmesi ve demokrasisini şüpheli hale getirmesinin altında yatan en
büyük neden yargı bağımsızlığının kalmamış olmasıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, aydınlar,
üniversiteler, süratle yargı bağımsızlığının tam güvence altına alındığı bir
parlamenter rejime dönülmesinin çabasını göstermelidirler.
Bugün ülkemizde yaşanan sistem bir kısım
Anayasa bilmeyen Anayasa hukukçularının söylediği gibi “ Türk tipi başkanlık
sistemi” değildir.Bu tipik bir tek adam
yapılanmasıdır. Örnekleri Güney Amerika ve Sovyetler Birliğinden ayrılan
ülkelerle, bir kısım Afrika ülkelerinde görülür.
Arkasında Çanakkale zaferi, Kurtuluş Savaşı
gibi büyük askeri zaferler olan ve elinde ancak bir diktatörde bulunacak maddi,
manevi güç sahibi olan Mustafa Kemal Atatürk, Devlet Başkanı’nın yani
kendisinin aynı zamanda fiilen Başbakanlık görevini de üstüne alması gerektiği
tartışmalarının yapıldığı sırada,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Hasan Rıza Soyak’a : “Şaşırırım o
efendilerin aklı perişanına , Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen
felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir.Bu kadar geri kalmamızın başlıca
amillerinden biri budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için
mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet
hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir” diyerek tepki
vermiştir.
Şimdi, ülkemizde var olan tek adam rejimini
sonlandırmak için, önce Ulu Önder
Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partililer, aydınlar,
üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve işçi, işveren sendikaları ÜLKENİN BEKASI İÇİN, tekrar parlamenter
rejime dönmek, iktidarlar üstündeki denetim mekanizmasını kurmak ve yargı bağımsızlığını anayasal çerçevede
tartışmaya ve bir sonuca varmak için gereken çalışmaları yapmaya
başlamalıdırlar.