12 Eylül askeri darbesinden sonra başlayıp
bugüne kadar uzanan süreçte, üretmeden paradan para kazanmayı amaç edinen, her
şeyin ölçütü olarak parayı alan, ahlaki değerleri hiçe sayan bir dönemde
yaşıyoruz.
Bunu da devlet eliyle yaptık. Anımsayın
ülkede görsel yayıncılığın devletin tekelinde bulunduğu dönemde, TRT
ekranlarında davul çalarak “köşeyi dön”
reklamı yapılabiliyordu.
Köşeyi dön de nasıl dönersen dön denirken,
toplum ve devlet ahlakının yok edilmesine hep beraber seyirci kalındı.
İktidarların görevi halka hizmet etmektir.
12 Eylül sonrası başlayan çürüme devam ede geldi, bugün gelinen nokta “Çalıyor
ama çalışıyor” noktasıdır.
İktidar sahiplerinin çalışmalarının
görevleri olduğu unutuldu. Birde bazı aklı evveller çıkıp “devri sabık
yaratmayacağız” diye nutuklar atmaya başladı.
Bu ne yaparsanız yapın, sizden hesap
sormayacağız demektir.
Uygar batı ülkelerinde bir iş adamından
ufacık bir hediye aldı diye devletlerin en üst düzey görevlileri ya da
yakınları hiç ayırım yapmadan yargılanıyorlar.
Bizde, bakan çocuklarının evinde para sayma
makineleri, dört beş kasa, bir kamu görevlisinin evinde ayakkabı kutusunda ABD
dolarları bulunuyor, bir bakan şaibeli bir işadamına “senin önüne yatarım”
diyebiliyor ama bizde kimseye bir şey olmuyor.
Yolsuzlukla suçlanarak istifa ettirilen bir
bakan, “ben ne söylendiyse onu yaptım” diyor. Bu ülkenin muhalefeti bu konunun
bile üzerine gerektiği kadar gidemiyor.
Üretmeden tükettik, paradan para kazanmayı
özendirdik, bir dönem yurt dışından temin edilen ucuz kredileri üretime değil, toprağa, inşaata gömdük.
Bu yapılanlar çöken Osmanlı
İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda yaptığı yanlışların göz göre göre tekrarıdır.
Örneğin
İmparatorluk iflasa giderken Dolmabahçe Sarayı, otuz birinci Osmanlı
padişahı Sultan
Abdülmecit tarafından 1843-1856 yılları arasında 3
milyon kese altın harcanarak yaptırıldı….
Yap işlet devret modeli de yeni bir şey
değil, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde de vardı.
Mahfi Eğilmez Hoca’nın, her insanın başucu
kitabı yapması gereken “ Değişim
Sürecinde Türkiye” kitabında anlattığı gibi “1883 yılında Osmanlı Hazinesi , Fransız Vagon Lits
şirketine, İzmir-Aydın-Ödemiş demiryolunun yapımı karşılığında yüz yıl
süreli bir imtiyaz vermişti. Buna göre
Vagon Lits bu yolu Osmanlı’dan bir bedel almadan yapacak ama karşılığında
trenlere bir veya iki adet özel vagon ekleyecekti.Bu vagonlar trenin diğer
vagonlarına göre çok daha lüks ve dolayısıyla pahalı olacak ve bunların geliri
Vagon Lits’e ait olacaktı…..Vagonlar
dolmazsa, Hazine boş kalan yerlerin
bedelini Vagon Lits’e ödeyecekti. 100 yıl süreli imtiyaz anlaşması 1983 yılında sona erdiğinde geçen 100 yıllık
sürede bu yolla Vagon Lits’e ödenen
bedel , yapılan yolun bedelinin kat kat üstünde bir miktara ulaşmıştı”
Vagon Lits kazığı ne kadar da yolcu
garantili hava alanı yapımlarına, hasta garantili hastane yap işlet devret
modellerine benziyor.
1980’lerin ikinci yarısında Dünya Bankası
tarafından bu Türkiye’ye yeni bir şeymişçesine
anlatılırken, kimse çıkıp, Vagon Lits olayı ile Osmanlıya atılan kazığı, Türk
halkına anlatmadı. Böyle olunca da bilgisiz siyasetçilerin
ülkeye, daha doğrusu halkımıza yüklediği zarar halkımız tarafından
anlaşılamadı, bilinemedi.
Özellikle son 20-30 yıl içinde
yaşadığımız bunalımlar, ekonomide ve
politikada, temiz toplum, temiz siyaset adına ciddi yapısal değişikliklere
ihtiyaç olduğunu göstermektedir; ve bu çok geniş kitle tarafından da kabul
edilmektedir.
Toplumun temizlenmesi için, öncelikle
siyasetçinin temizlenmesi gerekir. O nedenle, iktidara talip olanlar,
kendilerine ve ekiplerine güveniyorlarsa “ devri
sabık” yaratacaklarını, seçmene peşinen ilan etmelidirler. Etmelidirler ki,
kendi kadroları da ilerde kendilerinden de hesap sorulabileceğini/sorulacağını
bilerek davransınlar.