6
Kasım tarihli yazısında Yılmaz Özdil, Umut Oran'ın bir raporuna atıfla,
Türkiye'de bir Suriye kurulmakta olduğunu yazmış.
Türkiye'yi
Araplaştırma projesi çok yönlü olarak adım adım ileriye götürülüyor. (Okulların
imam hatipleştirilmesi, harf ve dil devrimlerine defalarca saldırılması,
andımızın reddedilmesi, "Türk Milleti" kavramının silikleştirilmesi,
okullara Arapça ders konulması, tabelalara Arapça yazılar yazılması
vb...vb..)
Araplaştırma
hedefine ulaşılmasında Suriyeliler araç olarak kullanılıyor.
Suriyeliler bahanesiyle Arapça dili ve harfleri bütün şehirlerimize
yaygınlaştırılıyor. Ne siyasette, ne
medyada ne, de toplumda bir tepki var.
Daha
geçen ay Türkiye'ye para getirenlerin istisnai olarak Türk vatandaşlığını
kazanmalarına ilişkin koşullar bir hayli hafifletildi, fazla dikkat çekmedi.
Buna göre, mesela, Türk vatandaşlığına hak kazanmak için öngörülen sabit sermaye
tutarı 2 milyon dolardan 500 bin dolara indirildi. Ayrıca, Türkiye'de
gayrimenkul sahibi yabancıların vatandaşlığa geçişi için gereken asgari
taşınmaz bedeli de 1 milyon dolardan 250 bin dolara düşürüldü.
Gelişmiş
batılı ülkelerin vatandaşları için Türk vatandaşlığının bir cazibesinin
olmayacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. O halde bu düzenlemenin hedefinin,
Suriyeliler başta olmak üzere, Arap ülkelerinin vatandaşlarının olduğu
açık.
Araplaştırma
yoluyla dinciliğin yaygınlaştırılmasını hedefleyen Körfez ülkelerindeki zengin
dinci çevrelerin bu olanaktan yararlanılmasını teşvik edeceklerini tahmin etmek
de zor değil.
Suriyelilerin
-elbette barışçı yöntemlerle- mümkün olan en kısa zamanda ülkelerine
döndürülmesi için toplumsal ve siyasi baskı oluşturması gerekirken,
tersine, bunların Türkiye'ye "entegre" edilmesinden söz ediliyor.
Milyonlarca insanın "entegre" edilmesinin imkansızlığı göz ardı
ediliyor.
Geçtiğimiz
günlerde Cumhuriyet gazetesinin manşetindeki haberdi. Ombudsman
"Türkiye'deki Suriyeliler" başlıkla bir rapor hazırlamış ve
Suriyelilerin "kalıcı Oldukları”nın kabul edilmesi gerektiği belirtilerek,
uyumları (entegrasyonu) için devlet tarafından politikalar oluşturmasını
önermiş. Bu arada, mesela, kamu kurumlarının internet sitelerinde Arapça dil
seçeneğinin bulunması da tavsiye edilmiş. Hayrettir,
Cumhuriyet gazetesi de rapordaki önerileri destekler bir tutum takınmış.
Ombudsman
kim? Milli görüşçü ve geçmiş dönemde Cumhurbaşkanı'nın hukuk danışmanı Şeref
Malkoç.
Cumhurbaşkanı’nın
hoşuna gitmeyecek bir rapor yazabilir
mi?
Mümkün
değil.
Birkaç
yıl önce Suriyelilere vatandaşlık verilmesi tartışması yapılırken Deniz Baykal tarihi bir uyarıda bulunmuştu. Şöyle demişti:
"Dayanışmaya evet, ama Türkiye,
Türkiye olarak kalmaya devam etmelidir"...
Umarım
CHP yönetimi önceki genel başkanlarının bu tarihi sözünü hatırlarlar ve o sözün
gereğinin yerine getirilmesi yönünde yoğun çaba harcarlar.
Ancak
CHP Yönetimi;"Aman darbeci demesinler" korkusuyla Balyoz gibi davalara
karşı etkili bir tavır koymayan ve TSK'nin tasfiye edilmesine seyirci kalan;
"Aman dinsiz
demesinler" korkusuyla anayasal laiklik ilkesinin içinin boşaltılmasına sesini
çıkartmayan;
"Aman Kürt
oylarını kaybetmeyelim" korkusuyla, karşı çıkmak bir yana, "Çözüm Süreci”ne kredi açan;
"Aman ABD'ni
kızdırmayalım" kaygısıyla Suriye olaylarının başlangıcında Esad'ın gitmesi
hedefini destekleyen CHP yönetiminin Türkiye'nin Araplaştırılması projesine
karşı, Cumhuriyet Halk Partisine gönül veren milyonlarla ifade edilen tabanın
aksi yöndeki görüşlerine rağmen etkili
ve eylemli bir tavır almasını beklemek saflık olur.
Zaten öyle bir
niyetleri olsaydı yıllardır harekete geçerlerdi. Bu hareketsizliklerinin
sebebi sorulsa, "aman bize ırkçı derler" diye bir
bahane de bulurlar.
Ama siyaset, doğru bildiklerini halka anlatmanın
aracıdır. "Aman başkaları bize ne der!"
korkusu altında doğru politikalar
geliştirilemez. Teslimiyetçilik, kolaycılık ve tembellik politika haline gelir.
Yazınca kızıyorlar ama
CHP yönetiminin yıllardır yaptığı tam da budur. Bu tavrın halkta karşılığının
olmadığını göremiyorlar ya da görmek
istemiyorlar.