|
"Realpolitik",
19. yüzyılda Almanya'da ortaya çıkmış Almanca bir kavramdır. Bu kavram,
kuramsal, etik ve idealist hedeflerden ziyade, pratik ve maddi unsurlar
üzerinden yürütülen politikaları tanımlar. Dünya ve Almanya tarihinden bu
kavram doğrultusunda oluşturulan politikalara ilişkin örnekler bulmak
mümkündür.
Cumhurbaşkanı’nın
Almanya'ya yaptığı devlet ziyareti bunun son örneğini oluşturdu. Ziyaret,
Almanya bakımından, özü itibariyle, tam bir "realpolitik"
uygulamasıdır.
Alman
kamuoyunun, medyasının ve siyasetçilerinin, Türkiye'yi, üzerinde hiçbir denetim
ve kontrol mekanizması bulunmayan bir tek adam rejimine dönüştürmekle, en cılız
muhalif sesi bile susturmakla, dünyada en fazla gazeteciyi hapse göndermekle,
bazı Alman vatandaşlarını suçsuz yere hapsetmekle suçladığı Recep Tayyip
Erdoğan'ın yine de Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Şansölye Merkel
tarafından misafir edilmesi, idealist bir dış politika uygulaması
olamayacağına göre, ancak "realpolitik" ile izah edilebilir.
Bu
"realpolitik" uygulamasının arka planında Almanya bakımından çok
önemli sebepler var.
Bunların
başında sığınmacı konusu geliyor. Merkel'in geçmiş yıllarda uyguladığı
"açık kapı" politikasının siyasi faturası kendisi için çok ağır oldu.
Partisi CDU seçimlerde aşırı sağcı partiler lehine büyük oy kaybına uğradı.
Sığınmacı konusu Almanya siyasetinde bütün taşları yerinden oynatabilecek bir
faktör olmayı sürdürüyor. Sadece bu konu bile Almanya'nın Türkiye ile iyi
ilişkiler içinde olmasını zaruri kılıyor.
Türkiye'deki
ekonomik kötü gidiş Almanya'da endişe ile izleniyor. Bunun sebebi tabii ki
Almaların Türkiye aşkı değil. Mercedes, Siemens, Bosch gibi ağır toplar dahil,
binlerce irili ufaklı Alman şirketi Türkiye'de faaliyet gösteriyor. Bu
şirketler, kötü iktisadi gidişten etkilenmemek için hükümetlerinden Türkiye
nezdinde girişim yapmasını istiyor.
Alman
kamuoyu, Türkiye'de sebepsiz yere tutuklandıklarına inandığı Alman vatandaşlarının
serbest bırakılmasını sağlaması için hükümete baskı yapıyor.
Batılı
ülkeler, Türkiye'de bir tek adama rejimi tesisine boşuna destek vermediler.
Kendileri için hayati önemde gördükleri meseleleri o tek kişiyi ikna etmeleri
halinde kolayca çözebileceklerini biliyorlar. Recep Tayyip Erdoğan'ın
Almanya'da ağırlanmasını bu çerçevede görmek gerekir.
Alman ev
sahipleri, bu arada, Türkiye'deki demokrasi karşıtı gelişmeleri ve insan
hakları ihlallerini de eleştirdiler. Ne var ki, bu eleştiriler, samimi değildi,
evrensel ilkelerden taviz vermiyor gibi bir görüntü vermek için yapılmış
göz boyama idi.
Almanya'nın
hesabı açıktır: Türkiye'deki gelişmeler hakkındaki eleştirilerini yumuşak
tutacak, bunun karşılığında menfaatinin gerektirdiği tavizleri Türkiye'den
koparacaktır.
Bu filmi
1980'lerde de görmüştük. 1982'den sonra CDU'lu şansölyenin
yönetiminde olan Almanya, 12 Eylül uygulamaları hakkındaki eleştirilerini
ılımlı tutmuştu. Karşılığında sağladığı menfaatin en çarpıcı örneği, Türk
işgücünün anlaşmalardan doğan (o zamanki AET'de) serbest dolaşım hakkının 1986
yılında rafa kaldırılmasıdır. Almanya, menfaatleri öyle gerektirdiği için,
darbeci Kenan Evren'i 1988'de devlet misafiri olarak ağırlamaktan da geri
durmamıştı.
Bu defa
da Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya'da hüsnü kabul görmüş olmasının Türkiye
bakımından anlamı ise, kurulan tek adam rejiminin meşruiyetinin AB'nin en güçlü
ülkesi tarafından tanınıyor izlenimini yaratmış olmasından ibarettir. Bunun
dışından somut bir çıkar beklentisi yersizdir.
Yöneticilerimiz
ve yandaş medya ziyarete öyle bir anlam yüklediler ki, sanki AB ile ilişkiler
gelişecek, müzakerelere yeniden dönülecek, ve vize serbestliği sağlanacak.
Oysa, bunların hiçbirisi olmayacak.
Türkiye'ye
üyelik yerine özel statü verilmesini temel politika olarak benimsemiş olan
Merkel'in müzakerelere yeniden başlanmasını samimi olarak istediğini söylemenin
imkanı yoktur.
Vize
serbestliği de tam bir hayaldir. Hele, milyonlarca Suriyelinin ve işsiz
vatandaşımızın kapağı bir biçimde Avrupa ülkelerine atmak için fırsat kolladığı
ve vatandaşlarımızın giderek artan sayılarda AB ülkelerinden siyasi iltica
talebinde bulundukları ortamda vize serbestliğinin sağlanacağını düşünmek için
saflık ötesi bir durum gerekir. Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier resmi yemekte
CB'nımızın yüzüne karşı "Günümüzde
Türkiye'den endişe verici derecede çok sayıda insan, sivil topluma yönelik
artan baskıdan kaçarak bize sığınıyor" demekten
çekinmemiştir.
Hal böyle
iken, AB ile ilişkiler ve vize konularında Türk halkına gerçekleşmeyecek
ümitler pompalamak hamasetten ibarettir. İlerleme sağlanabilmesi Türkiye'de son
8-10 yılda yaşanan bütün anayasal, yasal ve uygulamaya dönük değişikliklerin
geri alınması gerektirir ki, bunun imkânsızlığı da ortadadır.
CHP,
tabloyu yukarıda özetlenen şekilde halka anlatacak yerde, hep yaptığı
gibi, gerçeklerden uzak talep ve umutlar içeren bir açıklama ile konuyu
geçiştirdi. Etkisiz siyaset tarzından vazgeçmeye niyetleri yok!