26 Ekim 2018 Cuma

ADALETE KARŞI ADALETSİZLİK




“İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf en ürkek insan bile haksızlık adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.

Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaş devlet ilişkilerini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir.

Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin yargı organlarının bağımsızlığıdır.

Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterli güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olmaz, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olmaz; halk adalete inancını, devlete güvenini yitirir.

Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da hakkına razı olmayanlar artar. Yargı organları dışında hak arama eğilimleri yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve kötü anlamıyla anarşi ortaya çıkar. O durumda anarşiyi önlemenin koyu bir baskı rejimi kurmaktan başka çaresi görülemez olur ve demokratik hukuk devletinin yolu tıkanır.

Onun için yargı erkinin bağımsızlığı, adaletin dayanağı olduğu kadar, demokrasinin de gereğidir.

Eğer Türkiye’de gerçek demokrasi amaçlanıyorsa, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten kaçınılmalıdır.”

Okuduğunuz bu satırlar sanki bugün için yeni kaleme alınmış  gibi geliyor değil mi?

Hayır bu yazı bundan tam 37 sene evvel 12 Eylül Askeri rejimi döneminde yazılmış ve o gün yapılan yasa değişikliklerine karşı eleştiri olarak yazılmıştır.

Ben bu açıklamayı yapmasam her okuyucu sanki bugünü, yargının bugün içine düşürüldüğü durumu anlatıyormuşum diye düşünürdü.

Yani askeri cuntanın yaptığı hatalar,  bugünde tekrar ediliyor. Demek ki tekerrür eden tarih değil hatalarmış.

Siyasetçi daha doğru bir ifadeyle iktidar gücünü elinde bulunduranlar, Türkiye’yi Dünya devletleri arasında saygın bir yere oturtmak istiyorlarsa,yargı bağımsızlığını sağlamak zorundadırlar.

19. Yüzyılda yayınlanmış “History of Ottoman Turks” adlı kitabın  104. Sayfasında “İstanbul Fatihi (Sultan Mehmet) büyük bir imparatorluğu kurabilmek ve elde tutabilmek için kaba güçten ve askerlik yeteneğinden daha öte bir şey gerektiğini biliyordu……Adaletin gereğince işleyebilmesi için adalet dağıtanların saygı görmeleri gerektiğini; saygı görmek içinde yalnız bilgi ve sağlam karakterli olmanın  yetmediğini, Devlette yüksek ve onurlu bir yerlerinin bulunması gerektiğini biliyordu” diye yazmıştı.

Hakime saygının ne demek olduğunu anlatan, bugünlerde kınanan diktatörlük diye aşağılanan tek parti döneminde yaşanmış bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim.

Dönem tek parti dönemi, dönemin güçlü adamı Türk Hukuk Devrimini mimarı, Büyük hukukçu Mahmut Esat Bozkurt tek parti döneminin adalet bakanıdır. Afyona  Adalet Bakanı olarak gider, Kentin Ağır Ceza Reisi bakanı karşılamaya gelmez.  Bugün olduğu gibi o günlerde de ispiyoncu, yalaklar vardır. Bakana Ağır Ceza Hâkiminin kendisini karşılamaya gelmediğini söylerler. Mahmut Esat bugünkülere ders olacak nitelikte “Hakim kimsenin ayağına gitmez, biz Reis beyi ziyarete gidelim” der ve ziyaret eder.

İşte bugünlerde saldırılmanın ilericilik kabul edildiği tek parti döneminin bakanı ve bir de şimdikiler.