“İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük
kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa adaletsizliğe
katlanamazlar. En zayıf en ürkek insan bile haksızlık adaletsizlik karşısında
tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.
Toplumda huzur sağlamanın, insan
ilişkilerini de yurttaş devlet ilişkilerini de sağlıklı ve düzgün
yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir.
Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin yargı
organlarının bağımsızlığıdır.
Yargı organları yeterince bağımsız değilse,
yargıçlar yeterli güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli
kararlar bile inandırıcı olmaz, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile
inandırıcı olmaz; halk adalete inancını, devlete güvenini yitirir.
Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça
da hakkına razı olmayanlar artar. Yargı organları dışında hak arama eğilimleri
yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve kötü anlamıyla anarşi ortaya
çıkar. O durumda anarşiyi önlemenin koyu bir baskı rejimi kurmaktan başka
çaresi görülemez olur ve demokratik hukuk devletinin yolu tıkanır.
Onun için yargı erkinin bağımsızlığı,
adaletin dayanağı olduğu kadar, demokrasinin de gereğidir.
Eğer Türkiye’de gerçek demokrasi
amaçlanıyorsa, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten
kaçınılmalıdır.”
Okuduğunuz bu satırlar sanki bugün için yeni
kaleme alınmış gibi geliyor değil mi?
Hayır bu yazı bundan tam 37 sene evvel 12
Eylül Askeri rejimi döneminde yazılmış ve o gün yapılan yasa değişikliklerine
karşı eleştiri olarak yazılmıştır.
Ben bu açıklamayı yapmasam her okuyucu sanki
bugünü, yargının bugün içine düşürüldüğü durumu anlatıyormuşum diye düşünürdü.
Yani askeri cuntanın yaptığı hatalar, bugünde tekrar ediliyor. Demek ki tekerrür
eden tarih değil hatalarmış.
Siyasetçi daha doğru bir ifadeyle iktidar
gücünü elinde bulunduranlar, Türkiye’yi Dünya devletleri arasında saygın bir
yere oturtmak istiyorlarsa,yargı bağımsızlığını sağlamak zorundadırlar.
19. Yüzyılda yayınlanmış “History of Ottoman
Turks” adlı kitabın 104. Sayfasında
“İstanbul Fatihi (Sultan Mehmet) büyük bir imparatorluğu kurabilmek ve elde
tutabilmek için kaba güçten ve askerlik yeteneğinden daha öte bir şey
gerektiğini biliyordu……Adaletin gereğince işleyebilmesi için adalet
dağıtanların saygı görmeleri gerektiğini; saygı görmek içinde yalnız bilgi ve
sağlam karakterli olmanın yetmediğini,
Devlette yüksek ve onurlu bir yerlerinin bulunması gerektiğini biliyordu” diye
yazmıştı.
Hakime saygının ne demek olduğunu anlatan, bugünlerde
kınanan diktatörlük diye aşağılanan tek parti döneminde yaşanmış bir olayı
anlatmadan geçemeyeceğim.
Dönem tek parti dönemi, dönemin güçlü adamı
Türk Hukuk Devrimini mimarı, Büyük hukukçu Mahmut Esat Bozkurt tek parti
döneminin adalet bakanıdır. Afyona Adalet Bakanı olarak gider, Kentin Ağır Ceza
Reisi bakanı karşılamaya gelmez. Bugün
olduğu gibi o günlerde de ispiyoncu, yalaklar vardır. Bakana Ağır Ceza Hâkiminin
kendisini karşılamaya gelmediğini söylerler. Mahmut Esat bugünkülere ders
olacak nitelikte “Hakim kimsenin ayağına
gitmez, biz Reis beyi ziyarete gidelim” der ve ziyaret eder.
İşte bugünlerde saldırılmanın ilericilik
kabul edildiği tek parti döneminin bakanı ve bir de şimdikiler.