Bu ayın başlarında Anayasa Mahkemesi Genel
Kurulu, yaptığı toplantıda yazarlar Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki
yayın yönetmeni Turhan Günay’ın bireysel başvurularını görüşerek kabul etmiş
ve oy çokluğu ile (11 Kabul 6 red oyu) hak ihlali
kararı vermiş idi.
Bu kararlar, ihlallerin ortadan kaldırılması için İstanbul 26. Ve 13 Ağır Ceza Mahkemelerine
gönderilmişti.
Anayasamızın 153. Maddesinin 6. Son
paragrafında “Anayasa Mahkemesi Kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare Makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlar.” demektedir.
Yani İstanbul 13 ve 26. Ağır Ceza
Mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları Anayasamızın 153. Maddesi
gereğince hemen uygulamak zorundadırlar.
Yerel Mahkeme’nin Anayasa Mahkemesi’nin
verdiği kararı reddetmek, o ya da bu
gerekçeyle uygulamasını geciktirmek
hakkı da yoktur.
Yerel Mahkemeler bu kararı gerekçeli karar
henüz kendilerine ulaşmadığı için uygulamamışlardır.
Ancak 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir üyesi
Anayasaya uygun bir şekilde “Anayasa Mahkemesi’nin tutukluluğa ilişkin özel nitelikteki kararının kesin ve mahkemeyi
bağlayıcı nitelikte olması nedeniyle heyetin tutukluluğun devamı yönündeki
görüşüne katılmıyorum” diyerek tutukluluğun devamı kararına muhalif kalmıştır.
Araya Afrin harekatı girince 13. Ve 26. Ağır
Ceza Mahkemelerinin Anayasaya aykırı bu Anayasa Mahkemesi kararını tanımama
yönündeki kararları gündemden düştü.
Anlaşılıyor ki, tutukluluğun devamına karar
veren hakimler, kendi durumlarından çekinmişlerdir.
Çağdaş demokratik hukuk devletlerinde
yargıçlar, görevlerinde bağımsızdırlar. Alman Anayasası’nın 97. Avusturya Anayasası’nın 87. ,Fransız
Anayasası’nın 84. Maddeleri yargıç bağımsızlığına örnektirler.
Anlaşılıyor ki; Yerel Mahkemelerin red
kararlarının oluşmasında, yargıçların vicdanı değil yargıçların gelecek
korkuları rol oynamıştır.
Bu ülkede yargıç bağımsızlığı ve teminatı
olsaydı yerel ağır ceza mahkemeleri, muktedir ne der diye düşünmeden ve
korkmadan Anayasa Mahkemesi’nin bu
kararına uyarlardı.
Zira Anayasa Mahkemesi’nin kararları herkesi
bağlar. Ama teminatı kalmamış hakimler her ne kadar anayasamızda üstünlüğün
anayasa ve yasalarda olduğu yazılmış olsa da gerçek (!) üstünlüğün “muktedir”
de olduğunu kabullenmişler ki onu
kızdırabilecek bir karar vermekten çekinmişlerdir.
Elbette
hakimlerin ya da herhangi bir insanın Anayasa Mahkemesi’nin verdiği her kararı
beğenmek zorunluluğu yoktur, ama uymak zorunluluğu vardır.
Mahkemelerin kararlarında önder, kılavuz, Anayasa ve yasalardır,
kısacası hukuktur, hukuk.
Anayasamıza göre üstünlük anayasamızda
olduğuna göre, Anayasa Mahkemesinin kararına önce uyacaksın ve Anayasa Mahkemesi Kararına uyarak
tutukluları tahliye ederken öyle bir gerekçe yazacaksın ki, okuyan herkes
Anayasa Mahkemesi kararını, Yerel Mahkeme verdiği kararın gerekçesinde, parça
parça etmiş desin.
Ayrıca bu ideal hukuka varmak içinde
şarttır.
Ama bunu yapabilmek için önce kişilik sahibi
ondan sonra da iyi bir hukukçu olmak
gerekir.
Yerel Mahkemelerin
Anayasa Mahkemesi’nin anayasaya göre uymak zorunda oldukları kararını bile
uygulamamaları üstüne Yargıçlar ve Savcılar Kurulu bu yargıçlar hakkında gereğini yapmıyorsa, O zaman Anayasa
Mahkemesi üyeleri eğer yerel mahkemenin davranışını kabullenmiyorlarsa Hakimler
ve Savcılar Kurulunu kamuoyu önünde göreve çağırmalı eğer buna da olumlu bir cevap alamıyorlarsa topluca istifa
etmelidirler.
Yoksa, Anayasa Mahkemesi, anayasaya aykırı bir şekilde, Ağır
Ceza Mahkemeleri’nin kendi kararlarını denetleyebileceğini zımnen kabullenmiş
olurlar.
Zira; bir toplumda demokrasi, ancak onurunu,
insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü, kendi kişisel rahatlıklarından veya
özlük haklarından, kendi mevkilerinden veya güvencelerinden üstün tutanların
bilinciyle ve özverisiyle kurulabilir ve yaşatılabilinir.