12 Ocak 2018 Cuma

DIŞ POLİTİKA CİDDİ İŞDİR



Dış politika, ulusal çıkar temelinde, iç politika mülahazalarından bağımsız olarak, kendi dinamikleri içinde yürütülen bir faaliyet alanıdır. Geleneksel Türk dış politikası hep öyle yürütülmüştür. O nedenle,AKP iktidarına kadar da  partiler üstü nitelikte olmuştur ve gücünü de o niteliğinden almıştır. 
Oysa, AKP/Recep Tayyip Erdoğan tarafından dış politika, Cumhuriyet tarihinde hiç görülmedik biçimde, iç politikadaki hedeflere ulaşmanın bir vasıtası olarak kullanıldı/kullanılıyor. Öyle olunca, dış ilişkilerde fiyasko fiyaskoyu, rezalet rezaleti kovalıyor. 
AB ile ilişkilerde, mesela, öyle oldu. İçeride "AB şampiyonluğu" yapabilmek için, 2004/2005 yıllarında Türkiye'yi üyeliğe götürmesi mümkün olmayan, Kıbrıs ile bağlantı kurulduğu için Baykal’ın imzalamayın bırakın, dönün demesine rağmen çerçeve metinler kabul edildi.
Müslüman Kardeşler taraftarlığı üzerinden, olmayan "İslam Dünyası"nın liderliği ham hayaliyle, Körfez ülkeleri ile ilişkilerin içinden çıkılmaz bir karmaşaya döndürülmesinin, Suriye bataklığına saplanılmasının, Mısır ile ilişkilerin bozulmasının, Irak merkezi hükümeti ile ters düşülmesinin, Rus uçağının düşürülmesinin, ABD'ye ve AB'ye efelenmelerin arkasında hep içerideki taraftarları konsolide etmek  amacı yatıyor.
Her ikisi de rezalet olarak nitelendirilebilecek olan son Tunus ve Fransa ziyaretlerini de o kapsamda değerlendirmek gerekiyor.
Belli ki, sadece otoriter Arap/Afrika ülkeleri ile ilişkiler yürütülebildiği eleştirilerini hafifletmek maksadıyla, nispeten demokratik Tunus da ziyaret programına dahil edilmişti. 
Tunus, laik parti önderliğinde, içinde solcuların da yer aldığı bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bizdeki koşullar ile karşılaştırıldığında, bu ziyaretin riskler taşıdığı önceden görülmeliydi. Nitekim, CB'nın Tunus'da hiç hoş karşılanmadığını, Tunus basınının aleyhte neşriyat yaptığını, davetlere üst düzey katılımın olmadığını, iki CB arasında "Rabia" tartışması yaşandığını yabancı basın yazdı. Yine yabancı basına göre, iki gün için planlanmış olan ziyaret o sebeple kısa kesildi. Göz göre göre gelen bu rezalet bizim medyada işlenmedi.
Benzer durum Fransa ziyareti için de geçerli idi.
İç ve dış politikadaki gelişmeler karşısında, CB'nın artık büyük batılı devletler tarafından ülkelerinde kabul edilmeyeceği izlenimi uzun zamandır yaygındı. Fransa ziyaretinin, bu izlenimi kırmak amacıyla alelacele gündeme getirildiği belli idi.
Hatırlanacağı gibi bir süre önce verdiği bir mülakatta, Macron, "dünya lideri olmak sanıldığı kadar havalı bir iş değil. Erdoğan ile her on günde bir konuşmak zorunda olan benim" diye şikayet etmişti. Bu sözlerden, CB Recep Tayyip Erdoğan'a gerekli mesajların iletilmesi için, Macron'un AB tarafından görevlendirilmiş olduğu anlaşılıyordu. Recep Tayyip Erdoğan'nın ziyaret talebi bu çerçevede Macron tarafından uygun bulundu. (Ziyaret sırasında THY'nin 25 adet Airbus uçağı alımına ilişkin bir ön anlaşma imzalaması da ziyareti Fransa bakımından cazip kıldı kuşkusuz) 
Nitekim, Recep Tayyip Erdoğan, üzerinde bulunduğu söylenen "batı ambargosunu" kırdı gözükmek uğruna, dünyanın gözü önünde Macron'dan sert sözler ve uyarılar dinlemek zorunda kaldı. Recep Tayyip Erdoğan'a kadar Türkiye'yi yönetenler ülkeyi bu durumda hiç bırakmamışlardı.
Macron ortak basın toplantısında "demokrasiler hukukun üstünlüğüne tam olarak uymak zorundadırlar" uyarısında bulundu. AB ile ilişkiler kapsamında "açıktır ki son gelişmeler ve tercihler süreçte hiçbir gelişmeye izin vermiyor.... Yeni başlıklar açabileceğimizi söylersem yalan söylemiş olurum" vurgusu yaptı. İki tarafın da süreç sanki normal şekilde ilerliyormuş gibi davranarak yaptıkları ikiyüzlülüğü bırakması tavsiyesinde bulundu.
Macron, Recep Tayyip Erdoğan  yönetimindeki Türkiye'nin AB'de istenmediğini yüzüne karşı ulu orta daha açık nasıl söyleyecekti? Bizim basın bu durumu görmemeyi tercih etti. Onun yerine Cumhurbaşkanı'nın AB'den şikayetlerini "AB'ye rest" büyük başlıklarıyla verdi. Oysa, muhatap hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak şekilde "sizin yönetiminiz altındaki Türkiye'yi istemiyoruz" diyordu. Bu durumda şikayet etmenin bir manası yoktu. Şikayet yerine, gereği ne ise, onu yapmak lazımdı. Hatırlatan çıkmadı.
Bu nedenledir ki dış politika  iç politika mülahazalarından bağımsız olarak kendi dinamikleri içinde yürütülen ciddi bir faaliyet alanıdır