Dış politika, ulusal çıkar temelinde, iç
politika mülahazalarından bağımsız olarak, kendi dinamikleri içinde yürütülen
bir faaliyet alanıdır. Geleneksel Türk dış politikası hep öyle yürütülmüştür. O
nedenle,AKP iktidarına kadar da partiler
üstü nitelikte olmuştur ve gücünü de o niteliğinden almıştır.
Oysa, AKP/Recep Tayyip Erdoğan tarafından
dış politika, Cumhuriyet tarihinde hiç görülmedik biçimde, iç politikadaki
hedeflere ulaşmanın bir vasıtası olarak kullanıldı/kullanılıyor. Öyle olunca,
dış ilişkilerde fiyasko fiyaskoyu, rezalet rezaleti kovalıyor.
AB ile ilişkilerde, mesela, öyle oldu.
İçeride "AB şampiyonluğu" yapabilmek için, 2004/2005 yıllarında
Türkiye'yi üyeliğe götürmesi mümkün olmayan, Kıbrıs ile bağlantı kurulduğu için
Baykal’ın imzalamayın bırakın, dönün demesine rağmen çerçeve metinler kabul
edildi.
Müslüman Kardeşler taraftarlığı üzerinden,
olmayan "İslam Dünyası"nın liderliği ham hayaliyle, Körfez ülkeleri
ile ilişkilerin içinden çıkılmaz bir karmaşaya döndürülmesinin, Suriye
bataklığına saplanılmasının, Mısır ile ilişkilerin bozulmasının, Irak merkezi
hükümeti ile ters düşülmesinin, Rus uçağının düşürülmesinin, ABD'ye ve AB'ye
efelenmelerin arkasında hep içerideki taraftarları konsolide etmek amacı yatıyor.
Her ikisi de rezalet olarak nitelendirilebilecek olan son Tunus ve Fransa
ziyaretlerini de o kapsamda değerlendirmek gerekiyor.
Belli ki, sadece otoriter Arap/Afrika
ülkeleri ile ilişkiler yürütülebildiği eleştirilerini hafifletmek maksadıyla,
nispeten demokratik Tunus da ziyaret programına dahil edilmişti.
Tunus, laik parti önderliğinde, içinde
solcuların da yer aldığı bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bizdeki
koşullar ile karşılaştırıldığında, bu ziyaretin riskler taşıdığı önceden görülmeliydi.
Nitekim, CB'nın Tunus'da hiç hoş karşılanmadığını, Tunus basınının aleyhte
neşriyat yaptığını, davetlere üst düzey katılımın olmadığını, iki CB arasında
"Rabia" tartışması yaşandığını yabancı basın yazdı. Yine yabancı
basına göre, iki gün için planlanmış olan ziyaret o sebeple kısa kesildi. Göz
göre göre gelen bu rezalet bizim medyada işlenmedi.
Benzer durum Fransa ziyareti için de geçerli
idi.
İç ve dış politikadaki gelişmeler
karşısında, CB'nın artık büyük batılı devletler tarafından ülkelerinde kabul
edilmeyeceği izlenimi uzun zamandır yaygındı. Fransa ziyaretinin, bu izlenimi
kırmak amacıyla alelacele gündeme getirildiği belli idi.
Hatırlanacağı gibi bir süre önce verdiği bir
mülakatta, Macron, "dünya lideri olmak sanıldığı kadar havalı bir iş değil.
Erdoğan ile her on günde bir konuşmak zorunda olan benim" diye şikayet
etmişti. Bu sözlerden, CB Recep Tayyip Erdoğan'a gerekli mesajların
iletilmesi için, Macron'un AB tarafından görevlendirilmiş olduğu
anlaşılıyordu. Recep Tayyip Erdoğan'nın
ziyaret talebi bu çerçevede Macron tarafından uygun bulundu. (Ziyaret
sırasında THY'nin 25 adet Airbus uçağı alımına ilişkin bir ön anlaşma
imzalaması da ziyareti Fransa bakımından cazip kıldı kuşkusuz)
Nitekim, Recep Tayyip Erdoğan, üzerinde
bulunduğu söylenen "batı ambargosunu" kırdı gözükmek uğruna, dünyanın
gözü önünde Macron'dan sert sözler ve uyarılar dinlemek zorunda kaldı. Recep Tayyip
Erdoğan'a kadar Türkiye'yi yönetenler ülkeyi bu durumda hiç bırakmamışlardı.
Macron ortak basın toplantısında "demokrasiler hukukun üstünlüğüne tam olarak
uymak zorundadırlar" uyarısında bulundu. AB ile ilişkiler kapsamında
"açıktır ki son gelişmeler ve tercihler süreçte hiçbir gelişmeye izin
vermiyor.... Yeni başlıklar açabileceğimizi söylersem yalan söylemiş olurum"
vurgusu yaptı. İki tarafın da süreç sanki normal şekilde ilerliyormuş gibi
davranarak yaptıkları ikiyüzlülüğü bırakması tavsiyesinde bulundu.
Macron,
Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin AB'de istenmediğini
yüzüne karşı ulu orta daha açık nasıl söyleyecekti? Bizim basın bu durumu
görmemeyi tercih etti. Onun yerine Cumhurbaşkanı'nın AB'den şikayetlerini "AB'ye rest" büyük
başlıklarıyla verdi. Oysa, muhatap hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak şekilde
"sizin yönetiminiz altındaki Türkiye'yi istemiyoruz" diyordu. Bu
durumda şikayet etmenin bir manası yoktu. Şikayet yerine, gereği ne ise, onu
yapmak lazımdı. Hatırlatan çıkmadı.
Bu nedenledir ki dış politika iç politika mülahazalarından bağımsız olarak kendi
dinamikleri içinde yürütülen ciddi bir
faaliyet alanıdır