Hayatının 40 yılını hariciyeye vermiş
bir dostum, Türk Dış Politikasındaki yanlışları, hataları anlatan bir mektup
yollamış. Sütunumun el verdiği ölçüde özetleyerek siz değerli okuyucularımla
paylaşmak istedim
“Cumhuriyet'in en temel dış politika
ilkelerinden birisi komşuların iç işlerine karışılmaması ve Arap ülkeleri
arasındaki ihtilaflarda taraf olunmaması idi.
Cumhuriyet'in dış politika
uygulayıcıları, güney sınırlarımızdaki ülkelerin toprak bütünlüğünün
korunmasına özel titizlik gösterdi. Zira, o ülkelerin toprak bütünlüklerinin
bozulmasının nihayetinde Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tehlikeye düşüreceği
açıktı.
Bu ilke ve duyarlılıkları ilk olarak
"bir koyup üç almak" hayaliyle, 1991'de ABD'nin peşinden
giden Turgut Özal bozdu. Sonucunda, Türkiye'ye tehdit oluşturacak şekilde
Irak fiilen bölündü.
ABD benzer oyunu 2011'den itibaren
Suriye'de sahneye koydu. AKP iktidarı, "Osmanlıcılık" hayaliyle
ABD'nın peşine takıldı.
CHP'ne düşen, Irak örneği de ortada
iken, sağlamlığı denenmiş cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya sahip çıkmak,
Suriye'ye yabancı müdahalelere ısrarla karşı durmaktı.
Ne yazık ki, CHP, Kılıçdaroğlu
yönetiminde 1920'lerde, 1930'larda kendi koyduğu ilkelere ihanet etti. ABD'nin
bölgesel hedefleri ile uyumlu tutum izledi.
Şimdi CHP sözcüleri Suriye
politikasının sürüklendiği vahim nokta karşısında yeri geldikçe
"biz uyarmıştık" diyorlar.
Gerçek şu ki, "dostlar alış-verişte
görsün" misali etkisiz ve çelişkili laf ebeliği dışında bir faaliyetleri
olmadı. Yaşamsal sorunlara yol açacağı başından belli olan bu politikaları ülke
gündeminin en üst sıralarına taşımadılar. Halkta bir farkındalık yaratmadılar.
Başbakan Erdoğan'ın "NATO'nun
Libya'da ne işi var" demesinden bir gün sonra, Kılıçdaroğlu, 1 Mart
2011'de yaptığı açıklamada şunları söyledi:
" 'NATO'nun Libya'da ne işi var' diye bir cümleyi ben kurmam..Hiçbir ülkeye
dışarıdan müdahaleyi ilke olarak doğru bulmayız.....Ama uluslararası camianın
duyarlılıklarıyla, olayların çıktığı ülkedeki halkın talepleri örtüşürse yeni
gelişmeleri beklemek doğaldır. İnsanların öldürülmesine 21. yüzyılda insanlar
seyirci kalmazlar, baskıcı rejimler olmamalıdır"
İnanması imkansız, ama, Kılıçdaroğlu'na
göre, emperyalistlerin "duyarlılıklarıyla" Libya halkının talepleri
örtüşmüştü, yani, Libya halkı dış müdahale istiyordu.
Kılıçdaroğlu, Libya'ya uluslararası müdahalenin, Suriye'nin iç işlerine
karışılmasının öncüsü olacağını göremedi veya görmek istemedi. Libya'nın
dağıtılmasına yeşil ışık yaktı.
Bu anlayıştaki birisinin, emperyalizme
karşı dünyanın ilk mücadelesini başarıyla vermiş olan Mustafa Kemal'in
koltuğunda oturuyor olması hüzün verici idi.
Nitekim, Suriye olaylarının daha
başlarında, Kasım 2011'de, CHP Genel Başkan Yardımcısı partisi adına AKP'nin
elini çok rahatlatan ve bölgesel projeleri olan emperyalist ülkelerin de
muhakkak hoşuna giden çok kritik bir açıklama yaptı.
Genel Başkan Yard., o açıklamasında, "Esad'ın gitmesi hedeftir ve CHP de bu hedefe
katılmaktadır" dedi. Hükümetin Suriye'deki muhalefete sahip
çıkmasına ve muhaliflerin ülkemizde toplantı yapmalarına izin vermesine de
yeşil ışık yaktı. (CHP sözcüsü hükümete, Suriye'nin iç işlerine karışmaması
tavsiyesinde de bulundu. Ancak, önceki söylediklerinden sonra bunun bir anlamı
yoktu)
Genel Başkan Yardımcısının, Türkiye'de
toplanmalarına izin verilen "muhalefet"in Esad'ı silahla devirmeyi
amaçlayan ve yabancılardan oluşan "muhalefet" olduğunu, silahsız yurt
içi muhalefet ile Esad'ın o sıralarda esasen bir diyalog içinde bulunduğunu
bilmemesi mümkün değildi.
Nitekim, ülkemizde toplantılar
düzenlemelerine izin verilen "muhalefet" içinden İŞİD ve benzeri
terör örgütleri üredi.
Hal böyle iken, Kılıçdaroğlu sonraki yıllarda, hükümeti, "radikal
unsurları silahlandırıp Suriye'ye göndermekle" suçladı. Önce
"muhaliflerin" Türkiye'de toplanmasına yeşil ışık yakıp sonra da bunu
elleştirerek derin bir çelişki sergiledi.