24 Kasım günü Avrupa Parlamentosu,
ülkemizdeki “Baskıcı uygulamalara son verilene kadar, müzakerelerin geçici
olarak dondurulmasını” Komisyona önerme kararı aldı.
Bu kararın, Ekim 2005 tarihli Müzakere
Çerçeve Belgesi’nin 5. Maddesine göre bağlayıcılığı olmayan bir tavsiye kararıdır. Konu Aralık ayı
içinde devlet ve hükümet başkanları zirvesinde ele alınacak.
Şu anda görünen durum, Avrupa
Parlamentosu’nun aldığı tavsiye kararının
aksine bir karar çıkacağı, kesine yakın olarak görünüyor.
Olayların bu noktaya gelmesinin tek
sorumlusu AKP iktidarıdır. 17 Aralık 2004’de AB zirvesi, Türkiye ile katılım
müzakerelerinin başlamasını uygun görünce, “Katıldık” diye gündüz vakti tam bir
görgüsüzlük örneği havai fişekler atılmıştı.
Halbuki Aralık 2004’deki AB Başkanlık
Kararlarında, başka hiçbir aday ülke için konulmayan, Türkiye’ye tam bir ikinci
sınıf devlet muamelesi yapan, AB’nin
Türkiye için kalıcı istisnalar koyabileceği, yazılıydı.
Bu cümlenin en bariz sonuçlarından biri,
üyeliği anlamsız hale getiren, Türkiye üye olsa bile örneğin Türk işgücünün serbest
dolaşımının hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğiydi.
Bunun dışında Kıbrıs sorunun çözümü,
Türkiye-AB ilişkisine bağlanarak, kendi kafalarındaki çözümü dayatmaya
çalışıyorlardı.
İşte tam bu sırada o tarihteki CHP Genel
Başkanı Deniz Baykal, ciddi bir devlet adamı olduğunu ortaya koyarak, bütün
siyasal rekabet duygularından sıyrılıp, Tayyip Erdoğan’a hitaben, “Bunu imzalama Türkiye Büyük Devlettir,
Avrupa Türkiye’yi yok sayamaz, bizden evvel Birliğe katılanlar nasıl katıldıysa
bizde öyle katılalım, atla uçağa dön, gerekirse seninle beraber bütün
Türkiye’yi dolaşır haklılığımızı beraberce halka anlatırız demişti.
Bu çağrı üzerine o tarihteki kulis
dedikodularına göre “Tayyip Beyin, hazırlayın
uçağı dönelim dediği, fakat yalaklıktan çok hoşlandığı için, Tony Blair ve
Silvio Berlusconi’nin kendisini, sen şimdi kabul et ileride düzelir, diyerek
ikna etmişlerdi.
O günlerdeki gazete manşetleri de ibretliktir.
Baykal’ın gördüğünü necip Türk basını görememiş, “Başardık”,”2010’da Avrupalıyız” diye manşetler atmışlardı.
Hele 2005 müzakere belgesinde ise, Avrupa
Birliğinin bütün kurumlarında, örneğin
Avrupa Parlamentosunda alınmış olan kararlar, HUKUKEN BAĞLAYICI OLUP OLMAMASINA
BAKILMAKSIZIN, Türkiye için bağlayıcı kılınıyordu.
Bu hüküm, örneğin kararları bağlayıcı
olmayan Avrupa Parlamentosunun Ermeni, Kürt sorunları, Dicle/Fırat sularının
Statüsü gibi, bizi çok rahatsız edebilecek konularda alacağı bir karar Türkiye
için bağlayıcı olacaktı.
Benzer bir hüküm hiçbir aday ülke için
konulmamıştı. Yani Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Türkiye’ye 2. Sınıf devlet
muamelesi yapılmasını, sözde var
olduğunu iddia ettikleri askeri vesayeti sonlandırmak düşüncesiyle, Kıbrıs’ı
bile gözden çıkartarak müzakere tarihi alabilmek için içlerine sindirmişlerdi.
Liboş takımı, AKP İktidarını, AB sürecimize
canlılık kazandırdı diye göklere çıkartırken, başlayanın müzakere süreci
olmadığını, üyelik tabutuna çakılan son
çivi olduğunu anlamamışlardı.
Onlar anlamdı da Kemal Kılıçdaroğlu anladı
mı? Maalesef ilk tepki olarak “ ..müzakere yapılmayacak. Bu bizim için çok ağır
bir yaptırımdır. Bunun arkası gelecektir; ekonomik olarak arkası gelecektir,
siyasal olarak gelecektir” diyerek, Baykal’ın o tarihte gördüğünü görememiş, müzakerelerin, sahiden yapıldığını
zannettiğini ortaya koymuştur.
Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun aldığı
kararın bağlayıcı olmadığını ya göz ardı etmiş ya da farkında değil.
CHP’nin 2004’deki öngörüsü bugün doğru
çıktı.