Avrupa Parlamentosu geçtiğimiz 12 Mart günü “Dünya
İnsan Haklarının ve Demokrasinin Durumu ve AB’nin Bu konudaki Politikası” başlıklı bir rapor kabul etmişti.
Bu raporunun 77. Maddesinde “ Ermeni
Soykırımının 100. Yıldönümü yaklaşırken, AB üyesi devletlerini ‘Ermeni
Soykırımı’nı hukuksal alanda tanımaya çağırır ve AB üyeleri ile kurumlarını
soykırımın tanınmasının geliştirilmesine
daha fazla katkı yapmaları konusunda cesaretlendirir” denmektedir.
Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü de Avrupa
parlamentosu doğrudan, Türkiye’yi tarihi
ile yüzleşmeye ve henüz de sözde soykırımı tanımamış AB üyesi ülkeleri de
soykırımı tanımaya çağıran, bir karar aldı.
Bu karar AB’nin temel değerlerinden biri
olduğunu iddia ettiği “barış ve uzlaşı kültürü ile bağdaşmamasının yanında,
tarihi gerçekleri yansıtmadığı gibi, ayrıca AHİM kararları ile de
uyuşmamaktadır.
Avrupa Parlamentosunun bu kararından sonra
bizim cenahtan, AB’den sorumlu bakan “Karar Türkiye ve Türk Milleti için yok
hükmündedir” açıklamasını yaparken, ciddi entelektüel birikimi olan bir başka
AKP milletvekili de “İt ürür kervan yürür”
şeklinde çok bilimsel bir tepki verdi.
Avrupa Parlamentosu kararları, AB üyeleri
için tavsiye niteliğinde olduğundan, üyeler bu karara uymak zorunda
değillerdir. Nitekim, ilk anda Almanya ve Danimarka da bu konun “tarihçilerin
işi olduğunu” açıkladılar.
Türk basını da 3 Ekim 2005 tarihli “Müzakere Çerçeve Belgesi” nin
10. Maddesini görmezden gelip, “Bu karar Türkiye’yi de bağlamaza”
getirdiler.
Keşke durum böyle olsaydı.
AKP’nin hazırlık aşamasından toplumdan
saklayarak imzaladığı, Türkiye’yi bir emrivaki ile karşı karşıya bıraktığı
“Müzakere Çerçeve Belgesi” nin 10.maddesi: “Katılım, Birlik müktesebatı olarak bilinen, Birlik sistemine ve Birliğin
kurumsal çerçevesine bağlanan hak ve yükümlülüklerin kabulünü
gerektirir.Türkiye bu müktesebatı, katılım tarihindeki haliyle uygulamak
zorundadır….. Müktesebat sürekli olarak gelişmekte olup aşağıdakileri
içermektedir” dedikten neleri içerdiği sayılıp ve son olarak da “Birlik çerçevesinde kabul edilen hukuken
bağlayıcı olan veya olmayan diğer belgeler ..” demiştir.
Bu metin karşısında durum açıktır.Avrupa
Parlamentosunun “Soykırım” kararı şu an için Türkiye açısından bağlayıcı olmasa
bile Müzakere Çerçeve Belgesi”ne göre, Avrupa
Parlamentosunda kabul edilmiş olduğundan, hukuki bağlayıcılığı olsun olmasın, Türkiye tam üye olurken bunu kabul etmiş
sayılacaktır. Yani başkaları için hukuken bağlayıcılığı bulunmayan
metinler, Türkiye için tam üyelik aşamasında bağlayıcı olacaktır.
Bu kadar teslimiyetçi bir hüküm,
uluslararası bir metinde ilk kez yer alıyor.
Hatırlanacağı üzere 17 Aralık 2004 günü AB
zirvesi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karar verdi. Ama
öyle bir karar aldı ki, müzakerelerin üyelik ile sonuçlanmayacağını daha o
zaman açıkça belli etti.
Baykal,
o sırada Brüksel’de
AB toplantısına katılmakta olan Başbakan’a açık çağrı yaptı, “Bu belge kabul
edilemez. Uçağa bin gel. Sana destek veriyoruz. Bütün sonuçlarına birlikte
katlanalım” dedi.
Tabii her zaman olduğu gibi, büyük devlet
adamlığı kendinden menkul Tayyip Erdoğan bunu kabul etmedi.
Neydi bunlar?
Müzakerelerin ucu açık olacaktı, yani ne
zaman sonuçlanacağı önceden belirlenmeyecekti.
Türkiye üyelik yükümlülüklerini tam olarak
yerine getiremezse, o zaman da AB yapılarına en güçlü bağlarla tamamen
demirlenmesi sağlanacaktı.(sanki köle akdi)
Komisyon tarafından uzun geçiş döneminde, insan
dolaşımı, yapısal politikalar ve tarım gibi alanları kapsayacak istisnalar,
özel düzenlemeler ve kalıcı koruyucu hükümler getirilebilecek.
Bu tür düzenlemeler,ne 2004’ten önce ve ne
de sonra herhangi bir aday için uygulanmış koşullar değildi ama Türkiye için
kondu.
Aslında 17 Aralık 2004 kararları ile Türkiye’nin
AB perspektifi o gün kapanmıştı, AB tabutumuza son çiviyi de 3 Ekim 2005
Müzakere Çerçeve Belgesi çaktı.Özellikle de 10. Maddesi ile.
O zaman da Baykal ve diğer CHP li
yöneticiler bu belge ile bir yere varılamayacağını haykırdılar ama nafile idi.